Bilginin Serüveni kitabının 22. Sayfasında geçen soyut kavramların algıyla tanımlanması meselesi dikkatimi çekti. Kitapta geçen “Eğer bir sınıfın bireylerindeki ortak özellikleri belirterek genelleyerek onların kavramını çıkarmış olsaydık o halde özgürlük ve adalet gibi soyut kavramların oluşumunu nasıl açıklardık? Bu kavramlar duygu dünyası ile ilgilidir, varlıkları yaşanmak ile anlaşılır. Yani varlıkları iç algı ile olur. Birey bu iç algıda soyut varlığın genel karakterini sezgi ile kavrayıp , onun kavramına erişir” ifadeleri bana hayata dair, dini ve pratik bilgilerin sezgi yoluyla öğrenilebileceğini ve bu yol ile bilgi edinmenin meşruluğunu düşünmeme sevk etti.
Zaten bilgi edinme konusunda bir hayli şüpheye düşüyorum. Bu
hususta bilgiyi üreten insanın 5 duyu organının yanıltıcı olduğunu
düşünmekteyim. Hatta gerçek dünyadaki nesneleri zihnimize alma olayında
nesneleri fiziksel görünümlerinden işlevine soyarak zihnimize almamıza yarayan
5 duyu organının tam değil eksik olduğunu düşünüyorum. Mesela kör bir kimse 5
duyusuyla değil de kalan 4 duyusu yardımıyla bilgi edinir. Onda bir duyusu
eksik bırakılmıştır ve buna rağmen bilgi edinebilir. Bence kör biriyle 5 duyusu
yerinde olan kişinin farkı birinin ötekinden bir tane daha fazla duyuya sahip
olmasıdır. Başka bir farkı yoktur. Yani demek istiyorum ki 5 duyusu çalışan
insanların da bilgi edinimleri eksik olabilir. Başka bilgi edinme yolları da olmalıdır. Bilgi edinme yöntemini 5 duyuya
indirgersek 5 duyunun haricindeki bilgiler duyusuz yani temelsiz kalır. Tüm insanların 5 temel duyusu olması bu duyuların üzerinde ve
haricinde başka duyular olmadığını kanıtlamaz.
Konuya dönecek olursak , hocanın ifade
ettiğine göre sezgi gücü soyut varlıkların kavram dünyasına işlenmesinde bir
temel teşkil ediyor. Bu sezgi gücüyle insan soyut varlıkları kavram düzlüğüne
çıkarıyor, onları anlamlandırıyor. Sezgi bu kadar güçlü bir kavram oluşturma kaynağıysa
o halde sezgi gücünün en temel bilgi edinme yöntemi olarak kabul edilmesi
lazımdır. Çünkü o olmadan soyut kavramlar tanımlanamaz. Somut kavramların
tanımlanmasında 5 duyu organı yeterli olabiliyorken soyut kavramlar için sadece
sezgi kafi gelebiliyor demektir. Bu da sezginin gücünü gösterir. Soyut
varlıkların genel karakterini sezgi yoluyla öğrenebilme işi dini ve ahlaki
konularda da tezahür etmesi Sûfizmin
doruk noktası olsa gerektir. Sezgi yoluyla dini bilgi edinmeyi reddedenler bu
yolla elde edilen bilgilerin başkalarında
bağlayıcılık arz etmediğini
gerekçe gösterirler. Yani birinin aldığı ilham ve sezinlediği düşünce
kesin doğruluk arz etmez ve bu bilgiler başkalarını da bağlamaz derler. Bu
bilgiler başkalarını bağlamaz ama tasavvufta geçmişten günümüze seyr-i sülûk
eden zatlar aynı evrelerden ve aynı makamlardan geçmişlerdir. Tasavvuf yolunda
ilerleyenlerin sezinledikleri bilgilerin temeli , yürüdükleri yolun saf ve
temiz olmasından ve bu yolun onların kalbini temizlemesindendir. Dinde sezgi ve
ilhamın olduğunu kabul edip herkesi bağlamadığını da söylemek aslında doğrudur.
Çünkü herkes bu sezgileri elde edemez. Sezgi yönteminin varlığını dahi
reddedenler hayatlarında bir kere bir bilgiyi sezinleseler, ve daha sonra da o
bilginin doğru olduğunu öğrenseler acaba bu yolu reddedebilirler mi? Bunu
tatmayan bilemez. Sezgi yolunun içine rüyalar da girer. Kalbini temizleyip
ilhama açabilmiş kişi rüyasında da doğru bilgi edinebilir. Nitekim bir hadiste "Müminin
Rüyası, Nübüvvetin Kırk Altı Bölümünden Birisidir." Denir. Sezgi yolunu
tutmaya süzgeç gerek, süzgeci edinmeye mürşit gerek. Mürşidi
bulmaya Allah’tan nasip gerek. Bütün bunlar için ise bu yola inanmak gerek.
Konuyu sezgiyle ilgili bir hikaye ile kapatalım.
Hikaye olunduğuna göre İbrahim el-Havvâs da şöyle
demiştir: Bir gün Bağdat Camiinde fakirler ile oturuyordum. Derken hoş kokulu ,
güzel yüzlü bir genç gözüme çarptı. Beraber oturduğum kişilere “Bana öyle
geliyor ki , bu genç bir Yahudi’dir dedim”. Onlar bu sözümden hoşlanmadılar. Ben
oradan ayrıldıktan sonra o genç de çıktı. Daha sonra o genç , geri dönerek
orada bulunanlara “O yaşlı alim kişi benim hakkımda size ne dedi?” diye sormuş.
Onlar da utandıkları için bir şey söylememişler ve susmuşlar. Fakat gencin
ısrarları üzerine “ Senin Yahudi olduğunu söyledi” demişler. Bu yanıtı alan
genç oradan ayrılıp beni buldu. Elime ayağıma kapanarak, başımı öptü ve
Müslüman oldu. O genç Müslüman olduktan sonra şunları söylemiş : “ Bizler, kitabımızda
sıddıkların firâsetlerinde yanılmadıklarını okumuştuk. Ben de kendi kendime “Şu
Müslümanları bir imtihan edeyim” dedim. Sonra “ Onlar arasında sıddık kimseler
varsa ; ancak şu taife arasında bulunur. Zira onlar Allah Teala’nın sözünü
yerine getirir ve ayetlerini okurlar.” Diye düşündüm. Ve bu maksatla oraya
gelip içlerinde oturdum. O yaşlı ve alim kişi, benim iç yüzümü anlayınca bildim
ki o zat sıddıktır. İbrahim el-Havvâs’ın söylediğine göre bu genç , daha sonra
sûfilerin ileri gelenlerinden olmuştur.
İşte keşf ve sezgi budur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder