1.01.2022

Sudûr Teorisi Üzerine

 

Sözlükte “doğmak, meydana çıkmak, sâdır olmak, zuhur etmek” anlamında masdar olan sudûr kelimesi felsefe terimi olarak kâinatın meydana gelişini yorumlamak üzere tasarlanan, yoktan ve hiçten yaratma (halk) inancından farklı olduğu ileri sürülen teoriyi ifade eder. 


Semavî dinler tarafından evrenin Allah’ın mutlak irade ve kudretiyle sonradan ve yoktan yaratıldığına dair verilen bilgilerin birtakım mantıkî açmazlara sebep olduğu gerekçesiyle Fârâbî ve İbn Sînâ gibi filozoflar, evrenin ortaya çıkışını çelişkilerden uzak ve daha anlaşılabilir bir sistemle açıklamak üzere kaynağını Plotin’den alan sudûr teorisini benimsemişlerdir. Ancak söz konusu teori hiyerarşik bir sistem şeklinde ilk defa Fârâbî felsefesinde görülür. Bu teoriyle filozof ezelî ve kadîm olanla sonradan olanı, değişmeyenle değişikliğe uğrayanı, bir başka deyişle bir ve mutlak olanla çok ve mümkün olan varlıklar arasındaki ilişkiyi belirtmek, böylece bütün kâinatı bir sıra düzeni içinde yorumlamak istemiştir. Sistem âdeta yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya inip çıkan bir dönme dolap gibi düşünülecek olursa burada mânevî ve maddî varlıkların yeri, mahiyet ve fonksiyonları belirlenmiştir. Sistemin en başında ve en üstte mutlak bir olan Allah, ardından sayıları on olan göksel akıllar gelmektedir; bunlar, Fârâbî’nin ikinciler (sevânî) ve maddeden soyut-ayrık varlıklar (müfârikāt) dediği ruhanîler (melekler) anlamına gelmektedir. En altta ise mükemmellikten en uzak olan ve eksikliği temsil eden şekilsiz ilk madde (heyûlâ) bulunmaktadır.

                                                                                                       İslam Ansiklopedisinden


Sudûr teorisini kısaca açıklamak gerekirse ; en başta Vacibü’l Vücûd vardır. Bundan birinci akıl sudûr eder. Birinci akıl birdir ve manevi bir varlıktır. Vacibü’l Vücûd’tan  birinci aklın sudur etmesi hem akıl olması hem kendini akıl eden olması ve hem de kendisinin akıl edilen olmasıdır. Yani Makul olmasıdır. Tanrı kendisini akıl edince birinci akıl meydana gelmiştir. 1. Akıl hem kendisini hem de kendisini var eden aklı akıl eder. Sonra 2. Akıl birinci aklın kendisini düşünmesinden dolayı meydana gelir. Bu şekilde 9. Akla kadar gelir. 10. Akıl faal akıldır. Bundan sonra nefs ve madde vardır.

Vacibü’l Vücûd  ile 1. Akıl arasında zaman söz konusu değildir. Bu yüzden 1. Akıla ezeli varlık denir.

Her akıl hem kendisini hem de kendinden öncekileri düşünür. Bu şekilde  10. Akıla geldiğimizde ise madde ve nefs meydana gelir.

 

Sudûr teorisinin genel hatları bu şekildedir. Bu teorinin genel amacı , Allah’ın yoktan yaratmadığını, vardan yarattığını söylemektir. Bana göre bu düşünceler bayağı ve zorlamadır. Allah’ın yoktan yaratmadığını söyleyebilmek için mitolojiye benzer unsurlar kullanılmıştır. Doğrusu ; Allah’ın yoktan yarattığını temellendirip kabul etmek , sudûr teorisi gibi zorlama bir görüşü düşünüp sistemli bir şekilde açıklamaktan daha kolaydır. Zaten bir düşüncede zorlama ve karmaşalara  ne denli gidiliyorsa mevzu bahis düşüncenin inandırıcılığı da o denli düşmektedir. Sudûr teorisi ; üniversitelerde öğrencilere anlatıldığında bu onlara gerçekten anlaşılmaz ve soğuk gelmektedir. Sudûr teorisi gerçekten de Allah’ın varlık sahnesini başlatma olayını soğuk ve karmaşık bir şekilde açıklamaktadır. Teoriye göre Allah bilfiil akıl, akleden ve akledilendir. Allah’ın akıl olması ve akleden olmasında problem olmasa bile akledilendir ifadesi sıkıntılıdır. Kendisi tarafından akledilen bir varlık olabilir mi? Akledilme eylemi mantıken ikinci bir varlık tarafından yapılması gerekir. Buna göre Allah; kendisinden başka ikinci bir mutlak varlık tarafından aklediliyor demektir. Allah akıl , akletme ve akledilme sıfatlarının ikisini üzerinde toplarken , akledilme sıfatını bir başka varlığa devretmiş olması gerekir. Ve bu akledilen, yani Allah’ı akleden şey de akıl sıfatlarının birini kendinde barındırdığı için ezeli olmak zorundadır. Bu Allah’tan başka bir varlığa ezelilik tahsis etmektir. Sudûr teorisine göre bu olayın sonucunda , yani Allah’ın kendi kendisini akletmesi sonucunda 1. Akıl ortaya çıkmıştır. Bu birinci akıl da Allah’ı akletmekedir.  Aynı zamanda kendisini de akletmektedir.

 

Akıl , akletme ve akledilme meselesine  bir ışık örneği verelim. Diyelim ki bir varlık var. Bu varlık bilfiil ışığın kendisidir. Aynı zamanda ışıtan ve  bir yandan da ışıtılandır. Kendisinin ışık olması ve ışıtması olası iken ışıtılması  kulağa pek de mantıklı gelmez. Işıtılmak başka bir şey tarafından yapılmalıdır. Dolayısıyla  Allah’ın akledilmesi de  bir başka mutlak varlık tarafından yapılmak zorundadır. Sudûrcular işte tam da bu noktada 1. Akla mutlakiyet tahsis etmişlerdir. Çünkü söylediklerine göre 1. Akıl ezelidir. Ezeli olan bu 1. Akıl Allah değilse o zaman bu 1. Akıl da Allah’ın bütün sıfatlarına sahiptir demektir. Çünkü ezelilik sıfatı kendisinde bulunan sadece Tanrı olabilir. Tanrının kendisinden bile olsa başka bir şeye ezelilik vermek Allah’ın kendi zatının tek olmasına aykırıdır. İşte burada ikilik başlar.

 

Bir aynanın hem ışık olması , hem ışık saçması ve hem de ışıtılabilmesi için bu aynanın karşısında da kendi gibi ışık saçan bir ayna olmak zorundadır . Bunun gibi Allah’ın da akledilebilmesi için karşısında haşâ başka bir Allah’ın olması gerekir.

Sudûrculara göre Allah’ı akleden şey sadece akıldır. Oysa akıl etme bir özelliktir. Bir özellik , sahibinin zatından taşıp karşısına geçerek sahibine özelliğini yansıtabilir mi?

 Sudûr teorisine göre bu şekilde 1. Akıl ortaya çıkmıştır. Lakin Vacibü’l Vücûd  ile 1. Akıl arasında zaman söz konusu değildir. Bu yüzden 1. Akıla ezeli varlık denir. Bana göre bu teorinin açmazlarından  ve tehlikeli noktalarından biri burasıdır.  

 Kendi zatıyla ezeli olan tek varlığın Allah olması gerekir. Yoksa 1. Aklın ve ondan türeyen akılların da ezeli olduğu sonucu çıkar. Oysa akıl sadece Allah’ın bir özelliğidir. Allah’ın bir özelliğinin gücü ve yoğunluğunun taşmasıyla  kendinden başka ezeli bir sıfat-varlık karışımı şey ortaya çıkamaz. Allah bir bardak mıdır ki çok su doldurunca üstünden bir damla dışarı taşsın?  O zaman  bu ortaya çıkan 1. Akıl Allah’ın kendisi olmuş olur. Varlığının özünden bir başka öz meydana getirmiş olur. Ve bu öz de ezeli olmuş olur. Yani haşa Allah; ezelde minik bir Allah yaratmış olur.  Yanlış olan yer burasıdır.

Teoriye göre Vacibü’l Vücûd ve 1. Akıl arasında zaman işlememiştir ve 1. Akıldan sonra zaman akmaya başlar. Oysa Allah’ın kendisini akletmesi sonucu birinci aklın meydana gelmesi netice itibariyle bir fiiliyattır. Ve her fiiliyatın gerçekleşmesi esnasında belirli bir zamanın geçmesi gerekir. Sudûr teorisine göre 1. Aklın ortaya çıkmasına kadar zaman işlememektedir,  yani bu 1. Akıl ezelde ortaya çıkmıştır. Yani Allah gibi ezelidir.

Şunu iyi kavramak gerekir. Ezelilik söz konusu olduğu vakit akla Allah’ın zatından başka bir şey gelmemelidir. Akıl ise Allah’ın sonsuz özelliklerinden sadece biridir. Meğer ki 1. Akıl ezelidir , o halde 10. Akla kadar olan bütün akıllar da ezeli olmak zorundadır. Çünkü diğer akılların ortaya çıkması 1. Akla bağlanıyorsa ve 1. Akıl da ezeli ise o halde diğer akılların ortaya çıkışı da ezeli olmak zorundadır. Bu yüzden sudûr teorisinin  zaman olgusu hatalıdır.

Ayrıca ezelilik ve zamanın başlaması hususu da çelişkilidir. Çünkü ezel dediğimiz sonsuz geriye gidiş,  mutlaka Allah’ın zamanına göre bir zaman kavramının içerisinde olmalıdır. Aksi halde 1. Akla ezelilik tahsis etmek ve zamanın bu noktadan başlamasını doğru kabul etmek , Allah’ın 1. Aklı oluşturana kadar pasif kaldığı sonucunu doğurur.Bu durumda Allah; 1. Aklını kendisinden taşırana kadar zamanı işletemez durumda olur. Dolayısıyla böyle yaparak Allah’ın aktifleşmesini  1. Aklın ondan sudûr etmesi zamanına bağlamış oluruz. O zamana kadar var olan Allah’ı pasifize etmiş oluruz. Kendi kendisinden taşana kadar zamanı bile işletemeyen bir Allah modelini kabul etmiyorum. İşte bana yanlış gelen nokta burasıdır.

 

Öte yandan 1. Akla ezelilik verdiğimizde tevhid olgusunu yıkmış oluruz. Çünkü Allah’tan sudûr eden şey Allah’ın bir parçasıdır. Parça olan şey varlığın kendinden sayılmaz. Ondandır ama o değildir. Güneşin ışığı güneştendir lakin o ışık güneş değildir. Bu yüzden 1. Akıl eğer varsa (ki böyle bir şey bence yok) Allah’ın netice itibariyle özelliklerinin bir yansıması, bir parçasıdır. Yani Allah değildir. O halde böyle bir parçanın Allah ile ezelden beri var olduğunu söylemek tevhide aykırıdır.

Allah yoktan var edemez görüşündekilerin söylediklerine  göre yokluğa ol denilmez. Bu durumda yokluğa var ol emri verilmiş olur. Yokluğa var ol denemez ve yokluktan varlık çıkmaz derler.   O zaman ben de Allah vardan yarattı diyenlere şunu söylerim. Madem yokluğa var ol denilemez, o halde varlığa da var ol denilemez. Çünkü o hali hazırda vardır ve varlığa var ol emri verilmesi abestir. Her şeyin zıddı vardır. Allah soğuğu sıcağa , sıcağı da soğuğa çevirmeye kâdir oldugu gibi yoğu da vara çevirmeye kâdirdir. Bunda bir mantıksızlık yoktur.  Varlığın  olabilmesi  için , yani varlık özellikleri kazanabilmesi için o özelliklerden  mantıken yoksun olması gerekir. O halde varlığın olabilmesi için varlıklık özelliğinin bulunmaması gerekir. İşte bu  yokluktur. Yokluk zaten içerisinde hiçbir varlık özelliği barındırmadığı için ona ol denilir. Aksi halde içerisinde varlık olana ol demek yanlış olmaz mı?

 

Aslında Allah’ın yoktan var etmesi vardan var etmesine göre  daha yüce bir iştir. Bu yüceliği kabul etmek ve yoktan yaratabilmeyi Allah’a yakıştırabilmek gerekir. Yoktan var etmek Allah’ın şanına yaraşır bir iştir. Ve bu aynı zamanda yalnızca O’na özeldir. Allah’ın yoktan var edemeyeceğini söylemek O’nun tanrılık sıfatını hafife almak demektir. Gerçekten Allah’ın yoktan yarattığını ispatlamak daha kolaydır. Hem de Allah’ın yoktan var ettiğine iman etmek, O’nu, vardan yarattı demeye nazaran  daha fazla yüceltir. Allah gibi bir varlık için yokluğun içerisinden varlık çıkarmak hiç de zor değildir.

Ayrıca Allah vardan yarattı düşüncesine göre Ezelde hem Allah’ın , hem de vardan yarattı derken söylenen ‘var’ ın olması gerekir. Bu, Allah’ı ikilemek olmaz mı? Eğer o ‘var’ dedikleri şeyi Allah’ın kendisi sayarsak o zaman Allah vardan yarattı cümlesi hatalı bir cümle olur. O zaman Allah yoktan değil kendinden yarattı denilmesi gerekir. Lakin bunu söylemek yerine ezelde Allah’tan bir 1. Akıl çıktı denilmektedir. O zaman  Allah ezelden beri ikidir , yani zatı ve kendi aklından taşan  akılla beraber ezelidir sonucu ortaya çıkar. Bu , Allah’ı kendisiyle ikilemektir.  

Madem Allah’ın akıl özelliği sudûr etti, o zaman ben de Allah’ın kudret özelliğini sudûr ettireyim. Ortaya nasıl bir şey çıkacak görelim.

Allah kudretin bilfiil kendisidir. Gücü hem her şeye yetendir hem de gücü kendisine yetilendir. Allah’ın kudreti o kadar fazlaydı ki gücü kendi kendisine yetti. Yani kendi kudretiyle kendisine güç uygulayarak zatından bir 1. Kudret sudûr etti. Tam bu noktada zaman işlemeye başladı. Daha sonra bu 1. Kudretten 2. Kudret meydana geldi. 2. Kudret hem kendisine güç uygulayan hem de kendinden öncekine güç uygulayan bir şeydir. Böyle böyle 10. Kudrete kadar gelindi. Sonrası malum.

Evet, sudûr teorisini bir başka şekilde yeniden yorumlayınca ortaya böyle saçma bir şey çıkmış oldu.

Sudûr teorisi ilk bakışta gerçekten mantıklı bir görüştür. Ama her mantıklı görüşün doğru olması gerekmediği gibi öne sürülen bu teorinin de gerçek olması gerekmez.  Sudûr teorisi mantıklı görünse de içerisinde çok ince hatalar mevcuttur. Bu incelikleri görüp ortaya çıkarmak gerekir.

Sudûr teorisi yanlıştır denildiği vakit iş bu yanlışlığı ortaya koymaya gelince tıkanmalar yaşanır. Bunun sebebi teorinin içerisindeki insan aklının sınırlarını zorlayan ezelilik ve zamanın başlangıcı gibi kavramlardır. Büyük mütefekkir Gazâlî bile bu teoriyi yalnızca belli hususlarda yanlışlayabilmiştir. Bu yüzden O’nun bu teoriyi reddedişi sudûrcuları tatmin etmemiştir. Gazâlî bu teoriyi tam olarak anlayamadı denilmiştir. Oysa Gazâlî’nin izan ve fehmi insanların ekseriyetinden üstündür. Bu tartışılamaz bir gerçektir. O ; ilimlerin kutbu ve İslam’ın delilidir.

Sonuç olarak Sudûr teorisinin içerisindeki ince mantık hatalarının bulunup çıkarılması ve sağlam bir şekilde ortaya konulması gerekir. Ben de bu yazımda bir karıncanın toprağı eşeleyebildiği kadar sudûr teorisini eşelemeye çalıştım. Ve son olarak eminim ki sudûrcular bu teoriyi anlayamadığımı söyleyeceklerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Gerek