Sözlükte “doğmak, meydana çıkmak, sâdır olmak, zuhur etmek” anlamında masdar olan sudûr kelimesi felsefe terimi olarak kâinatın meydana gelişini yorumlamak üzere tasarlanan, yoktan ve hiçten yaratma (halk) inancından farklı olduğu ileri sürülen teoriyi ifade eder.
Semavî dinler tarafından evrenin Allah’ın mutlak irade ve kudretiyle
sonradan ve yoktan yaratıldığına dair verilen bilgilerin birtakım mantıkî
açmazlara sebep olduğu gerekçesiyle Fârâbî ve İbn Sînâ gibi filozoflar, evrenin
ortaya çıkışını çelişkilerden uzak ve daha anlaşılabilir bir sistemle açıklamak
üzere kaynağını Plotin’den alan sudûr teorisini benimsemişlerdir. Ancak söz
konusu teori hiyerarşik bir sistem şeklinde ilk defa Fârâbî felsefesinde
görülür. Bu teoriyle filozof ezelî ve kadîm olanla sonradan olanı, değişmeyenle
değişikliğe uğrayanı, bir başka deyişle bir ve mutlak olanla çok ve mümkün olan
varlıklar arasındaki ilişkiyi belirtmek, böylece bütün kâinatı bir sıra düzeni
içinde yorumlamak istemiştir. Sistem âdeta yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya
inip çıkan bir dönme dolap gibi düşünülecek olursa burada mânevî ve maddî varlıkların
yeri, mahiyet ve fonksiyonları belirlenmiştir. Sistemin en başında ve en üstte
mutlak bir olan Allah, ardından sayıları on olan göksel akıllar gelmektedir;
bunlar, Fârâbî’nin ikinciler (sevânî) ve maddeden soyut-ayrık varlıklar
(müfârikāt) dediği ruhanîler (melekler) anlamına gelmektedir. En altta ise
mükemmellikten en uzak olan ve eksikliği temsil eden şekilsiz ilk madde
(heyûlâ) bulunmaktadır.
İslam Ansiklopedisinden
Sudûr teorisini kısaca açıklamak gerekirse ; en
başta Vacibü’l Vücûd vardır. Bundan birinci akıl sudûr eder. Birinci akıl
birdir ve manevi bir varlıktır. Vacibü’l Vücûd’tan birinci aklın sudur etmesi hem akıl olması
hem kendini akıl eden olması ve hem de kendisinin akıl edilen olmasıdır. Yani
Makul olmasıdır. Tanrı kendisini akıl edince birinci akıl meydana gelmiştir. 1.
Akıl hem kendisini hem de kendisini var eden aklı akıl eder. Sonra 2. Akıl
birinci aklın kendisini düşünmesinden dolayı meydana gelir. Bu şekilde 9. Akla
kadar gelir. 10. Akıl faal akıldır. Bundan sonra nefs ve madde vardır.
Vacibü’l Vücûd
ile 1. Akıl arasında zaman söz konusu değildir. Bu yüzden 1. Akıla ezeli
varlık denir.
Her akıl hem kendisini hem de kendinden öncekileri
düşünür. Bu şekilde 10. Akıla
geldiğimizde ise madde ve nefs meydana gelir.
Sudûr teorisinin genel hatları bu şekildedir. Bu
teorinin genel amacı , Allah’ın yoktan yaratmadığını, vardan yarattığını
söylemektir. Bana göre bu düşünceler bayağı ve zorlamadır. Allah’ın yoktan
yaratmadığını söyleyebilmek için mitolojiye benzer unsurlar kullanılmıştır.
Doğrusu ; Allah’ın yoktan yarattığını temellendirip kabul etmek , sudûr teorisi
gibi zorlama bir görüşü düşünüp sistemli bir şekilde açıklamaktan daha
kolaydır. Zaten bir düşüncede zorlama ve karmaşalara ne denli gidiliyorsa mevzu bahis düşüncenin
inandırıcılığı da o denli düşmektedir. Sudûr teorisi ; üniversitelerde
öğrencilere anlatıldığında bu onlara gerçekten anlaşılmaz ve soğuk gelmektedir.
Sudûr teorisi gerçekten de Allah’ın varlık sahnesini başlatma olayını soğuk ve
karmaşık bir şekilde açıklamaktadır. Teoriye göre Allah bilfiil akıl, akleden
ve akledilendir. Allah’ın akıl olması ve akleden olmasında problem olmasa bile
akledilendir ifadesi sıkıntılıdır. Kendisi tarafından akledilen bir varlık
olabilir mi? Akledilme eylemi mantıken ikinci bir varlık tarafından yapılması
gerekir. Buna göre Allah; kendisinden başka ikinci bir mutlak varlık tarafından
aklediliyor demektir. Allah akıl , akletme ve akledilme sıfatlarının ikisini
üzerinde toplarken , akledilme sıfatını bir başka varlığa devretmiş olması
gerekir. Ve bu akledilen, yani Allah’ı akleden şey de akıl sıfatlarının birini
kendinde barındırdığı için ezeli olmak zorundadır. Bu Allah’tan başka bir
varlığa ezelilik tahsis etmektir. Sudûr teorisine göre bu olayın sonucunda ,
yani Allah’ın kendi kendisini akletmesi sonucunda 1. Akıl ortaya çıkmıştır. Bu
birinci akıl da Allah’ı akletmekedir. Aynı zamanda kendisini de akletmektedir.
Akıl , akletme ve akledilme meselesine bir ışık örneği verelim. Diyelim ki bir
varlık var. Bu varlık bilfiil ışığın kendisidir. Aynı zamanda ışıtan ve bir yandan da ışıtılandır. Kendisinin ışık
olması ve ışıtması olası iken ışıtılması
kulağa pek de mantıklı gelmez. Işıtılmak başka bir şey tarafından
yapılmalıdır. Dolayısıyla Allah’ın
akledilmesi de bir başka mutlak varlık
tarafından yapılmak zorundadır. Sudûrcular işte tam da bu noktada 1. Akla
mutlakiyet tahsis etmişlerdir. Çünkü söylediklerine göre 1. Akıl ezelidir.
Ezeli olan bu 1. Akıl Allah değilse o zaman bu 1. Akıl da Allah’ın bütün
sıfatlarına sahiptir demektir. Çünkü ezelilik sıfatı kendisinde bulunan sadece
Tanrı olabilir. Tanrının kendisinden bile olsa başka bir şeye ezelilik vermek
Allah’ın kendi zatının tek olmasına aykırıdır. İşte burada ikilik başlar.
Bir aynanın hem ışık olması , hem ışık saçması ve
hem de ışıtılabilmesi için bu aynanın karşısında da kendi gibi ışık saçan bir ayna olmak zorundadır .
Bunun gibi Allah’ın da akledilebilmesi için karşısında haşâ başka bir Allah’ın
olması gerekir.
Sudûrculara göre Allah’ı akleden şey sadece akıldır.
Oysa akıl etme bir özelliktir. Bir özellik , sahibinin zatından taşıp karşısına
geçerek sahibine özelliğini yansıtabilir mi?
Teoriye göre Vacibü’l Vücûd ve 1. Akıl arasında
zaman işlememiştir ve 1. Akıldan sonra zaman akmaya başlar. Oysa Allah’ın kendisini
akletmesi sonucu birinci aklın meydana gelmesi netice itibariyle bir fiiliyattır. Ve
her fiiliyatın gerçekleşmesi esnasında belirli bir zamanın geçmesi gerekir. Sudûr teorisine
göre 1. Aklın ortaya çıkmasına kadar zaman işlememektedir, yani bu 1. Akıl ezelde ortaya çıkmıştır. Yani Allah
gibi ezelidir.
Şunu iyi kavramak gerekir. Ezelilik söz konusu
olduğu vakit akla Allah’ın zatından başka bir şey gelmemelidir. Akıl ise
Allah’ın sonsuz özelliklerinden sadece biridir. Meğer ki 1. Akıl ezelidir , o
halde 10. Akla kadar olan bütün akıllar da ezeli olmak zorundadır. Çünkü diğer
akılların ortaya çıkması 1. Akla bağlanıyorsa ve 1. Akıl da ezeli ise o halde
diğer akılların ortaya çıkışı da ezeli olmak zorundadır. Bu yüzden sudûr
teorisinin zaman olgusu hatalıdır.
Ayrıca ezelilik ve zamanın başlaması hususu da
çelişkilidir. Çünkü ezel dediğimiz sonsuz geriye gidiş, mutlaka Allah’ın zamanına göre bir zaman
kavramının içerisinde olmalıdır. Aksi halde 1. Akla ezelilik tahsis etmek ve
zamanın bu noktadan başlamasını doğru kabul etmek , Allah’ın 1. Aklı oluşturana
kadar pasif kaldığı sonucunu doğurur.Bu durumda Allah; 1. Aklını kendisinden
taşırana kadar zamanı işletemez durumda olur. Dolayısıyla böyle yaparak Allah’ın
aktifleşmesini 1. Aklın ondan sudûr etmesi
zamanına bağlamış oluruz. O zamana kadar var olan Allah’ı pasifize etmiş oluruz. Kendi kendisinden taşana kadar zamanı bile işletemeyen bir Allah modelini kabul etmiyorum. İşte bana yanlış gelen nokta burasıdır.
Öte yandan 1. Akla ezelilik verdiğimizde tevhid
olgusunu yıkmış oluruz. Çünkü Allah’tan sudûr eden şey Allah’ın bir parçasıdır.
Parça olan şey varlığın kendinden sayılmaz. Ondandır ama o değildir. Güneşin
ışığı güneştendir lakin o ışık güneş değildir. Bu yüzden 1. Akıl eğer varsa (ki
böyle bir şey bence yok) Allah’ın netice itibariyle özelliklerinin bir
yansıması, bir parçasıdır. Yani Allah değildir. O halde böyle bir parçanın
Allah ile ezelden beri var olduğunu söylemek tevhide aykırıdır.
Allah yoktan var edemez görüşündekilerin
söylediklerine göre yokluğa ol denilmez.
Bu durumda yokluğa var ol emri verilmiş olur. Yokluğa var ol denemez ve
yokluktan varlık çıkmaz derler. O zaman ben de Allah vardan yarattı diyenlere
şunu söylerim. Madem yokluğa var ol denilemez, o halde varlığa da var ol
denilemez. Çünkü o hali hazırda vardır ve varlığa var ol emri verilmesi
abestir. Her şeyin zıddı vardır. Allah soğuğu sıcağa , sıcağı da soğuğa
çevirmeye kâdir oldugu gibi yoğu da vara çevirmeye kâdirdir. Bunda bir mantıksızlık yoktur. Varlığın
olabilmesi için , yani varlık
özellikleri kazanabilmesi için o özelliklerden mantıken yoksun olması gerekir. O halde varlığın olabilmesi için varlıklık özelliğinin bulunmaması gerekir. İşte bu yokluktur. Yokluk zaten içerisinde hiçbir
varlık özelliği barındırmadığı için ona ol denilir. Aksi halde içerisinde
varlık olana ol demek yanlış olmaz mı?
Aslında Allah’ın yoktan var etmesi vardan var
etmesine göre daha yüce bir iştir. Bu
yüceliği kabul etmek ve yoktan yaratabilmeyi Allah’a yakıştırabilmek gerekir. Yoktan
var etmek Allah’ın şanına yaraşır bir iştir. Ve bu aynı zamanda yalnızca O’na
özeldir. Allah’ın yoktan var edemeyeceğini söylemek O’nun tanrılık sıfatını
hafife almak demektir. Gerçekten Allah’ın yoktan yarattığını ispatlamak daha
kolaydır. Hem de Allah’ın yoktan var ettiğine iman etmek, O’nu, vardan yarattı
demeye nazaran daha fazla yüceltir. Allah
gibi bir varlık için yokluğun içerisinden varlık çıkarmak hiç de zor değildir.
Ayrıca Allah vardan yarattı düşüncesine göre Ezelde
hem Allah’ın , hem de vardan yarattı derken söylenen ‘var’ ın olması gerekir. Bu,
Allah’ı ikilemek olmaz mı? Eğer o ‘var’ dedikleri şeyi Allah’ın kendisi
sayarsak o zaman Allah vardan yarattı cümlesi hatalı bir cümle olur. O zaman
Allah yoktan değil kendinden yarattı denilmesi gerekir. Lakin bunu söylemek
yerine ezelde Allah’tan bir 1. Akıl çıktı denilmektedir. O zaman Allah ezelden beri ikidir , yani zatı ve
kendi aklından taşan akılla beraber ezelidir
sonucu ortaya çıkar. Bu , Allah’ı kendisiyle ikilemektir.
Madem Allah’ın akıl özelliği sudûr etti, o zaman ben
de Allah’ın kudret özelliğini sudûr ettireyim. Ortaya nasıl bir şey çıkacak
görelim.
Allah kudretin bilfiil kendisidir. Gücü hem her şeye
yetendir hem de gücü kendisine yetilendir. Allah’ın kudreti o kadar fazlaydı ki
gücü kendi kendisine yetti. Yani kendi kudretiyle kendisine güç uygulayarak
zatından bir 1. Kudret sudûr etti. Tam bu noktada zaman işlemeye başladı. Daha
sonra bu 1. Kudretten 2. Kudret meydana geldi. 2. Kudret hem kendisine güç uygulayan
hem de kendinden öncekine güç uygulayan bir şeydir. Böyle böyle 10. Kudrete
kadar gelindi. Sonrası malum.
Evet, sudûr teorisini bir başka şekilde yeniden
yorumlayınca ortaya böyle saçma bir şey çıkmış oldu.
Sudûr teorisi ilk bakışta gerçekten mantıklı bir
görüştür. Ama her mantıklı görüşün doğru olması gerekmediği gibi öne sürülen bu
teorinin de gerçek olması gerekmez.
Sudûr teorisi mantıklı görünse de içerisinde çok ince hatalar mevcuttur.
Bu incelikleri görüp ortaya çıkarmak gerekir.
Sudûr teorisi yanlıştır denildiği vakit iş bu
yanlışlığı ortaya koymaya gelince tıkanmalar yaşanır. Bunun sebebi teorinin
içerisindeki insan aklının sınırlarını zorlayan ezelilik ve zamanın başlangıcı
gibi kavramlardır. Büyük mütefekkir Gazâlî bile bu teoriyi yalnızca belli
hususlarda yanlışlayabilmiştir. Bu yüzden O’nun bu teoriyi reddedişi
sudûrcuları tatmin etmemiştir. Gazâlî bu teoriyi tam olarak anlayamadı
denilmiştir. Oysa Gazâlî’nin izan ve fehmi insanların ekseriyetinden üstündür. Bu
tartışılamaz bir gerçektir. O ; ilimlerin kutbu ve İslam’ın delilidir.
Sonuç olarak Sudûr teorisinin içerisindeki ince
mantık hatalarının bulunup çıkarılması ve sağlam bir şekilde ortaya konulması
gerekir. Ben de bu yazımda bir karıncanın toprağı eşeleyebildiği kadar sudûr
teorisini eşelemeye çalıştım. Ve son olarak eminim ki sudûrcular bu teoriyi anlayamadığımı
söyleyeceklerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder