28.02.2022

İlim, Amel Ve Cedel Üçgeni

 Mantık Felsefe ve Kelam ilimlerini düşünürken bunların aslında İslam dinine yeni mensuplar kazandırmaya yaramaktan ziyade halihazırda iman etmiş olanlara hitap edebilecekleri kanaatine erdim. Şöyle ki; Mantık, felsefe ve kelam ilimlerinin muhtevası , ilim-amel olgusunun yalnızca ilim kısmına , ayrıca iman esaslarını mantıkî düzlemde ispatlamaya çalıştıklarından ötürü de itikat kısmına hitap etmektedir. Oysa kelam ilminin kendi gerekliliği hususunda dayandığı en önemli işlevlerinden birinin İslam dinine yeni Müslümanlar kazandırmak olduğunu biliyoruz. Kelam alimlerinin gayesinin  cedel yöntemiyle muhataplarını mantık düzleminde mağlup ederek susturup, imana getirmek ve aynı yöntemlerle de Müslümanların kafasındaki problemlere cevap verebilmek olduğunu biliyoruz.


 Oysa ki bütün bunların gayri Müslimleri imana getirmek için yeterince etkili olduğunu düşünmüyorum. Çünkü İslam tarihinde büyük fetihlerin olduğu çağlarda fethedilen bölgedeki insanları iman ettiren unsur kelamcıların kıvrak zekalarının ürünü olan ilimleri değil, dürüst tüccarların ameli olmuştur. Bu yüzden gayri Müslimleri imana getirme ve o imanda sabit tutabilmeyi sağlayan unsur örnek metodudur. Burada iki önemli meseleyi, yani imanda sabitliği ve örnek metodunu açmamız gerekir. Kelam ilmi; kişiyi imana getirme konusunda başarılıdır. Lakin bu konuda başarılı olsa bile  kişiyi iman çerçevesinde tutmak konusunda başarılı değildir. Hele de sonradan İslam ile şereflenmiş bu kişiler gayet sorgulayıcı özelliklere sahiplerse kelam ilminin onları iman çerçevesinde tutabilmesi hayli güç olacaktır. Çünkü bunun sebebi kısaca şudur: Cedel ile gelen cedel ile gidebilir. Cedel nedir? Cedel; Meşhur olan veya doğruluğu herkes tarafından kabul edilen önermelere dayanan kıyas; tartışmada rakibi susturma yöntemi anlamında kullanılan mantık, felsefe ve kelam terimidir. Cedel ile mağlup olup imana gelen, bir başka din mensubunun ağzının daha iyi laf yapmasından mütevellit gayet tabii imandan gidebilir. Burada mesele sadece güzel ve çok konuşarak , bir yandan da zekice hamlelerle karşıdaki muhatapları ikna etmek olsaydı bu ümmet boşuna fakihler , hadisçiler , tasavvufçular yetiştirmiş demektir. Bu kadar uğraş yerine sırf belagatçi yetiştirsek de olurmuş o halde. Burada zannımca  mesele , itikadı muhataba amel ile birlikte göstererek örnek teşkil edebilmektir. Esas mesele bu olduğu için dürüst ve tartıda hile yapmayan, yalan konuşmayan Müslüman  bir tüccarın ameli , ağzı sırf laf yapan kurnaz kelamcıdan daha çok iş yapar. Cedel ile gelen cedel ile gidebilir demiştik. Bir gayrimüslimi cedel ile susturarak imana getirebiliriz. Daha sonra bir Hristiyan da gelip bu kişiyi daha güzel sözlerle , daha mantıklı açıklamalarla İslam’dan kolayca saptırabilir. Çünkü bu iş neticede kurnazlığa ve çene kuvvetine bakmaktadır. Oysa bizden istenen ağzımızın yeterince laf yapması değil, güzel ve samimi amellerimizin adeta dile gelip konuşmasıdır. İşte söylemek istediğim tam olarak şudur ki; mühim olan karşımızdaki kişiyi susturmak , ikna etmek olmamalıdır. Mühim olan karşımızdaki kişiye örnek teşkil ederek İslam ruhunu aşılamak olmalıdır. Bunu da saf ve takvalı amellerimizle onlara göstermeli, hiçbir şekilde zorlama yapmamalıyız. Telkinlerimizi  de karşımızdakileri ezilme veya kırılma gibi duygulara gark etmeden gayet samimi ve son derece hassas bir şekilde yapmalıyız. 

Cedel ile gelen cedel ile gider sözümüze bir örnek verelim. Bilindiği üzere Yahudilik ve Hristiyanlık; İslam’dan önceki dinlerdir. Doğal olarak bu dinlerin ilimleri İslam’dan daha önce zuhur etmiştir. Dolayısıyla Yahudi ve Hristiyanlar, dini ilimler ve dinin akıl çerçevesinde müdafaa edilmesi ve yeni mensuplar kazandırılması konusunda Müslümanlardan daha tecrübelidirler. Uzun lafın kısası bizim yaptığımız bu kelam ilmini, bu cedeli onlar da hayli hayli yaparlar. Onlar da ağzı laf yapan kurnaz kişiler sayesinde dinlerine insan kazandırırlar. E o zaman hak din olmanın güvenilirliği nerede kaldı? Nerede kaldı bozulmamış din ve nerede kaldı İslam’ın amel boyutu?  Madem üç dinin de kelamcıları var , o zaman hangisinin ağzı daha iyi laf yaparsa , hangi kelamcının zekası daha kıvraksa karşıdaki muhatap o dini seçsin öyle mi? 

Tam bu noktada Hazar kağanının Museviliği seçmesi hikayesi oldukça manidardır. Rivayet odur ki Hazar kağanı artık bir semavi dine bağlanmayı istemiş. Bunun için üç semavi dinden birer tane temsilci din adamı çağırtmış. Daha sonra onlardan kendi dinlerini anlatmalarını istemiş. Her biri sırayla dinini temel hatlarıyla anlattıktan sonra Hazar Kağanı bir tercihte bulunamamış ve din adamlarından kendilerini özel kılan ve diğerlerinden ayıran bir özellik söylemelerini istemiş. Kağan böyle söyleyince Yahudiliğin temsilcisi olan Haham “Kağanım, Hristiyanlar ve Müslümanlar hem biz Yahudileri, hem de birbirlerini kabul etmektedirler. Oysa biz Yahudiler onları kabul etmeyiz , çünkü biz onlardan daha önceyiz, bu da bizi onlardan ayırır” deyince Hazar Kağanı bu argümandan tatmin olmuş ve Museviliğe girmiş.

İşte cedelleşmenin arka planındaki tehlike budur. İslam dini zeka ile ispat dini değil, bizzat örnek olarak sevdirme dinidir. Zaten Kur’an’ın bize bu konuda öğrettiği metot vaaz ve nasihat yoludur. Örnek olma konusunda da kişinin ağzından çıkanlarla amelleri bağdaşmalıdır. Sigaranın zararlarını anlatıp bıraktırmaya çalışan kişi aynı zamanda kendi de içiyorsa sigarayı bıraktıramaz. Onun da sigara içmiyor olması, yahut vakti zamanında bırakmış biri olarak sigarayı bırakmanın zorluğunu çekmiş biri olması gerekir. Zira söyledikleri ancak bu şekilde tesirli olabilir. Veya namaz kılmayan birinin çevresine namaz kılmayı telkin etmesi ne kadar da abestir. Bu kişi , namazı kılmayarak yakın çevresini bu konuda irşat etme gayesiyle namaz hakkındaki bütün bilgileri, rivayetleri ve ecirleri de anlatsa yine de namaz hakkında pek konuşmayıp , ama onu sabah akşam tâdil-i erkân ile kılan biri kadar etkili olamaz. Söylemek istediklerimin özeti ; dinde teoriye dalıp gitmek yerine pratiğe önem ve özen göstermemiz gerektiğidir. Teori ve pratiğin İslam literatüründe karşılığı ilim ile ameldir. Maalesef geçmişten günümüze değişmeyen bir şey varsa o da ilimi herkesin arzulayıp ameli ise çoğunun önemsememesidir. İlmin rağbet görüp , amelin boynunun bükük kalmasıdır. Samimi bir Müslüman bu üzücü gerçeği görüp hayatını buna göre şekillendirmeye çalışmalıdır. Yüce Allah , bizlere bu basireti nasip eyleyip, bu hassasiyetleri günahlarla kararmış yüreklerimize iman nuruyla nakşeylesin.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Gerek