Bu çalışmam yalnızca bir yorumlama ve fikir yazısıdır. İslami olarak bir dayanağı olmayabilir ve olması da gerekmez. Yazdığımız, düşündüğümüz ve yorumladığımız her şeyi İslam’a dayandırmaya çalışamayız. Belirli mezheplerin çizdiği çerçevelerden görüş beyan etmeye çalışmak bizleri o çerçevelerin içine hapseder. Analitik düşünmemizin önünü keser. Bizi kısıtlar. O yüzden belirli kalıplara sıkışıp kalmadan felsefe yapmanın ve fikir üretmenin tek mubah yolu, dinleri, fikirleri, mezhepleri ve dahi her şeyi yaratan ve onların yegâne sahibi olan Allah’a karşı gelmemekten geçer. Çünkü yüce Allah; bizlerin korktuğu ve dokunulmaması gerektiği söylenen sınırların da yaratıcısıdır.
Allah’ı bilip , O’na iman edip ve O’nun varlığını ve birliğini inkâr etmedikten sonra düşünceleri ve fikirleri kim sınırlayabilir? Kısacası söylemek istediğimiz şey şudur: Allah’ın emir ve yasaklarını çiğnemediğimiz sürece felsefe yapmanın , ortaya yeni fikirler atmanın bir sakıncası yoktur. İmam-ı Rabbanî’nin de dediği gibi dinde felsefenin çoğu aptallıktır. Çünkü emir ve yasaklara dokunur. Düsturları etkiler ve kitleleri peşinden sürükleyerek toplumu imanın gereklerinden ve Fahr-i Âlem olan Peygamberimizin yolundan uzaklaştırır. Ben ise her zaman o felsefenin aptallık kısmı olan bölümünden kaçmaya çalışıyorum. Bunu da yukarıda belirttiğim gerekliliklere sığınarak yapmaya çalışıyorum. Bir şeyler yazarken , üretirken ve fikir beyan ederken ki cüretimin kaynağı , kendimi fikir yazıları yazmak konusunda yetenekli ve edebî olarak becerikli görmem değildir. Cüretimin kaynağı ; Rıza-yı İlâhîye mazhar olmuş nice âlimin yolundan gitmek de değildir. Arzum onların gittikleri yolda , onların izinin tozu olmaktır. Bu yazıyı yazarken tek gayem ve muradım , Allah’ü Teâlâ’yı birlemektir. O’nun vahdetini tasdik edip O’nu övmektir.
Varlık konusunda ezelden beridir çok fazla yorum yapılmış, üzerinde çokça fikir beyan edilmiştir. Felsefenin oluşum noktasının varlık olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Antik çağlardan itibaren ontolojinin yani varlık felsefesinin ana gündem maddesi olduğu , ve felsefeye o çağlardan beri bu konunun şekil verdiğini görüyoruz. Varlık felsefesindeki temel problem; varlığın ne olduğunun tanımlanmasıdır. Varlığın neliği konusunda çok fazla görüş ortaya atılmıştır. Kimileri varlığın yalnızca materyalist evrenden ibaret olduğunu , kimileri bunun böyle olmayıp varlığı metafiziksel boyutta değerlendirip, esas varlığın bu boyutta olduğunu söylemişlerdir. Platon ; gerçekliğin özünün idealar aleminde olduğunu söylemiştir. Ona göre gerçeklik , duyularla algılanamayan fakat yalnızca sezgi yoluyla varlığı bilinebilen bir formdadır. Varlık ve gerçek bilgi konusunda filozofların çok çeşitli görüşleri olduğu için bu yazımızda hepsine değinmemiz imkansızdır. Bu yüzden varlığın neliği konusunda bir görüş ifade etmekten ziyade , eldeki veriler ışığında ve Allah’ın varlığının da bilincinde olarak varlığın bizce neden olmadığını açıklamaya çalışacağım.
Varlık bizce yoktur. Çünkü varlık, aslında yokluğun bir parçasıdır. Varlık , yokluğun sıfatındandır. Evren big bang ile 13,8 milyar yıl önce tekillik noktası denilen tek bir noktadan itibaren genişlemeye başlamıştır ve hâlen genişlemektedir. Big bang’te bir noktada çok muazzam bir enerji patlaması olmuştur ve bu enerji patlamasının genişlemesiyle bugün ki evren modeli oluştu. Biraz derin düşünecek olursak eğer ; bu patlamada meydana gelen muazzam enerjinin genişlemesinden şu çıkarımı yapabiliriz. Genişlemekte olan evrenin duvarları o enerjidir. Bu enerjinin bir kısmı evrenin içinde kalarak madde dediğimiz yapı halini almıştır . Evren genişlerken dışta kalan ve genişleyen duvarın enerji olduğu söyleniyor. Peki o halde içeride kalan kısım nedir? İşte bu yokluktur. Yani evrenin genişlemesi yokluk üzerinedir. Bütün evrenin içerisindeki madde miktarı çok azdır. Bunu örneklemek gerekirse eğer, evrendeki madde miktarı kocaman 15 kişilik bir yemek masasının üzerindeki bir tuzluk kadardır. Bu kadarcık bir varlık , yokluğun içinde var sayılabilir mi? Evrendeki varlık miktarı ; okyanusun içerisindeki bir inci tanesi kadardır. Koca bir okyanusun içerisindeki bir inci tanesi varlıktan sayılabilir mi? Tersten düşünecek olursak yani işin yokluk tarafından konuya bakacak olursak eğer, içerisinde minicik bir varlık barındıran kocaman yokluğun mevcudiyetini sırf minicik bir varlık için inkar edebilir miyiz? Ezici çoğunluk olan yokluğu görmezden gelip varlık vardır diyebilir miyiz? Bu konuda şöyle bir yanlış anlaşılmaya düşülmesin. Biz bahsettiğimiz varlık ve yokluk derecelerini , evrenin içerisindeki iki zıt kutup olarak ele alıyoruz. Yoksa tüm evren bazında vardır , yahut yoktur demiyoruz. İkisinin farkını iyi anlamak gerekir. Okyanusun içerisindeki inci tanesinin varlığı , okyanusun varlığına tâbidir. İncinin suyun içerisindeki varlığı kendi başına , okyanustan bağımsız değildir. Okyanus olmasa inci de olmayacaktır. İnci okyanusun varlığıyla vardır. Yani dolayısıyla okyanusun içerisindeki inci tanesi okyanustandır. Okyanusun bir parçasıdır. Verdiğimiz örnekten de anlaşılacağı üzere yokluğun içerisindeki varlık , yokluktandır. Yokluğun bir parçası ve derecesidir. Her şey zıddıyla yaratılmıştır. Nasıl sıcak ve soğuk dediğimiz şey birbirinin zıddı ise ve birbirlerinin dereceleri ise , varlık ve yokluk da birbirlerinin dereceleridir. Az sıcak dediğimiz şey aslında soğukluğun bir derecesi , soğukluğun zıddı olarak meydana gelmişse varlık da yokluğun zıddı olarak ama aynı zamanda yokluğun bir derecesi olarak meydana gelmiştir. Bu örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Doğru-yanlış , iyi-kötü , güzel-çirkin, uzun-kısa ve ağır-hafif gibi. Varlık yokluğun zıt değeridir. Varlık aslında yokluktan kopmuş bir parçadır. Varlık eğer yokluktan bağımsız olarak var olsaydı kalıcı olurdu. Yalnızca var olduğu için var olurdu. Eğer öyle olsaydı biz şuan bu şekilde konuşamazdık. Yani şuan yokluğun içerisindeki küçücük varlığı yok saymamızın aksine , varlığın içerisindeki küçük miktardaki yokluğu yok sayardık. Bunun böyle olabilmesi için de varlığın yokluktan daha büyük olması ve yokluktan fazla olması gerekirdi. Böyle olmadığı için , gerçek olanın bunun tam tersi olduğu için de varlığın mevcudiyetini reddediyoruz. Varlığı yokluktan bir parça olarak ve yokluğun bir derecesi olarak görüyoruz. Bunu temellendirirken de varlık ve yokluğun evrendeki var oluş macerasını mercek altına alıp, sonrasında ise evrendeki miktarlarını esas alıyoruz. Düşüncemizi böyle temellere oturttuk ve varlık yoktur sonucuna ulaştık.
Peki varlık yok ise Allah? Alemleri , varlığı ve yokluğu yaratan Rabbimiz tüm bunlardan münezzehtir. O bu varlık ve yokluk derecelerinin de yaratıcısıdır. Dolayısıyla Yüce Allah'ı kusur ve ayıplardan, yaratılmışlara özgü eksikliklerden ve yokluktan tenzih ederim. Var olan yalnızca Rabbimizdir. Bizlerin varlığı ise Rabbimizin takdiri ile yokluğun bir zıt derecesi olmaktan öteye gitmemektedir. Rabbimiz lütfederek bizleri yokken, yoktan ve de yokluğun içinden yaratmıştır. Bizlere varlık lütfunu bahşetmiştir. Okyanusun içerisindeki minik bir inci tanesinin çok değerli olmasının sebebi de işte budur. İncinin , yani bizlerin, kainatın değerli olmasının sebebi Allah’tan olmasından dolayıdır. Secde suresi 9. ayette buyurduğu üzere bizlere kendi ruhundan üflemiştir. Varlığımızın yegane sebebi budur. Bizleri yoktan ve yokluğun içerisinden var eden ve bize bizi nasıl yarattığını bildirip bunu anlayabilecek akıl ve iman edip İslam’ın ipine şeksiz şüphesiz bağlanabilen gönül ihsan ettiği için Rabbimize sonsuz hamd-ü senâlar olsun.
Mükemmel bir makale oluşturmuşsun kardeşim. Zekana bir kez daha hayran bıraktın bizi. Tebrik ederim Ahmet Can kardeşim.��
YanıtlaSil