18.07.2021

Allah'a İftira: Deizm

                 ALLAH’A İFTİRA: DEİZM


   Bu yazımızda kendimizce düşündüğümüz ve tespit ettiğimiz kadarıyla Deizm inancının bazı hususlarını mercek altına alıp, bunları değerlendirip, sonunda  Deizmin çıkmazlarını ve çelişiklerini  anlatıyor olacağız. 



   Deizm; din, vahiy ve peygamber inancı olmadan bireyin kendi aklıyla Tanrı’ya olan inancı esas alan felsefi bir görüştür. Bu görüşe göre insanın Tanrı’ya ulaşabilmesi için, onu bilebilmesi için arada yardımcı unsurlara gerek yoktur. Peygamberlerin getirdikleri düsturlar Deizme göre saf Tanrı inancını bulandırır. Deizm terimi Latince Tanrı anlamındaki Deus kelimesinden türetilmiştir. Deizm kavramı ilk olarak 17. yüzyılda Avrupa’da kullanılmaya başlamıştır. Deizm Avrupa’da Hristiyanlığın hakim olduğu bir çevrede kiliseye tepki olarak doğmuştur. Kilisenin insanlara dayattığı karmakarışık ve tutarsız dini inancın karşısında yer almıştır. Deizmin fikir babaları İngiliz , Lord Herbert (ö.1648) ve İrlandalı John Toland’dır (ö.1722. Deizm hakkında kısaca ve gerekli teknik bilgilerden sonra bu görüşün çeşitlerini de bilmemiz gerekir. Çünkü Deizm tek tip bir görüş değildir. O da kendi içerisinde görüşlere ayrılmıştır. Ilımlı noktada duran da , aşırı noktada duran da vardır.

  Bu bağlamda Deizm görüşünün temel esaslarını ele alarak bu görüş hakkındaki fikirlerimizi beyan etmek daha doğru olur. Çünkü bu görüş hakkında her düşünürün ortaya attığı fikirler çerçevesinden onları değerlendirmeye çalışmak işimizi bir hayli zorlaştıracaktır. Teker teker ele almamızın mümkün olmayacağı için kalıp ‘Deizm’ üzerindeki çıkarımlarımızı , değerlendirmelerimizi ele alacağız. 


    İlk olarak Deizm’in son yıllarda çok popüler olmasının sebepleri arasında dinlerin kendi içinde sonradan eklenen uygulamalarla saflıklarından ve masumiyetlerinden uzaklaşmaları vardır. Semavi dinlerin içine düştükleri karmakarışık ve sistematize edilmekten bir hayli uzak olan yapıları ; henüz din ile yeni tanışan ve kendi dinini öğrenip , bu doğrultuda hayatını düzenlemek isteyen gençleri fazlasıyla korkutmakta ve dine daha ısınamadan soğutmaktadır. Aynı dinin içerisinde bile birbirleriyle tamamen zıt yolda ilerleyen görüşler silsileleri din kapısını çalmak isteyen genç bireyleri kapıdan döndürmekte ve Deizm’in kucağına sürüklemektedir. Deizm bu doğrultuda denize düşen yılana sarılır sözündeki yılanın ta kendisidir. Din denizine giren ve dinlerdeki karışıklıklar yüzünden girdiği bu denizde boğulacağını düşünen bireyler bu durumdan kurtulmak için ‘Deizm yılanına’ sarılmaktadır. Fahr-i Alem Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in getirdiği din tamamıyla saflık üzereydi. O’nun getirdiği din mazlumların, gariplerin, kimsesizlerin, ezilenlerin diniydi. Ne zaman ki İslam’ın getirdiği o kutlu yolun anahtarları Tüleka’nın eline geçti, işte o günden beri Müslümanların birbirleriyle yaptıkları bitmek tükenmek bilmeyen savaşlarla, Allah’ın mutlak kanunlarının göz ardı edilmesiyle ve dahi Peygamberimizin öğrettiği düsturların önemsenmemesiyle zaman içerisinde ‘İdeal İslam’ yerini başka bir İslam’a bıraktı. Söylediklerimiz zülf-i yare dokunacaktır. Zülüflerine dokunduklarımız ‘Onlar gökteki yıldızlar gibidir’ anlayışıyla sahabeleri kutsallaştıran kişiler olacaktır. Sahabe efendilerimize saygımız baki sevgimiz sonsuzdur. Lakin sahabeleri kutsallaştırma işini ; Sahabeler birbirlerine bile yapmamışlardır. Cemel, Sıffin, Hakem olayı ve daha sonraki olaylar silsilesi bunun en büyük örnekleridir. 


  Deizm inancında Tanrıyla yaratılmışların arasında müthiş bir bağ kopukluğu vardır. Evreni mükemmel bir şekilde yaratan, saat gibi işleyen bir sistemi var eden ama kainatla ve yarattıklarıyla ilgilenmeyen bir Tanrı anlayışı , Tanrıya umursamazlık yönünden atılmış ağır bir iftiradır.


   Öte yandan bir de Tanrının evrenle ilgilenmekle birlikte , ahlaki açıdan ilgilenmediğine inananlar de vardır. Bu düşünceyi doğru olarak kabul etmek , bir çocuk dünyaya getirip onun her şeyiyle ilgilenmek ama onun kişiliğini şekillendirmeye yardımcı olmamak gibi saçma bir düşüncedir. Yaratmak ve ilgilenmek ahlaktan bağımsız değildir. Hepsi iç içedir. 

   Yaratıcı Tanrı’yı yarattıklarının ahlaki donanınımı eksik bıraktığı ve dahi bu hususta ilgilenmediği görüşü aslında Tanrı’ya yaratıcılığını eksik yaptığı ve yarattıklarını manevi açıdan tam donatamadığı konusunda atılmış bir iftiradır. 


   Allah’a atılan bir diğer iftira ise yarattıklarıyla ilgilenmeyen ve kendisinin bilinmek istemeyen bir Tanrı olduğu üzerinedir. Deist zihniyetle düşündüğümüz zaman aslında şunu demiş oluyoruz. Tanrı bizleri, hepimizi ve her şeyi yarattı. Ama bizi boş verdi ve bizi unuttu. Bizimle ne ahlaki olarak ilgileniyor, ne de dünya hayatında yapıp ettiklerimizi önemsiyor. Bu düşünceye göre Tanrı insanı boşu boşuna yaratmış olmaz mı? Yarattıklarıyla ilgilenmeyen bir Tanrı dolayısıyla kendini bildirmek istemiyor demektir. Tanrı, kendini yarattıklarına muhatap bile almıyor demektir. Oysa Tanrılık sıfatı kendi ontolojik özellikleri bakımından içerisinde aktiflik özelliğini barındırmak zorundadır. Deizm’in bu bakış açısı Tanrı’yı aslında pasiflikle suçlamaktır. Eğer bir yaratıcı varsa ve bu yaratıcının seni yarattığını biliyor isen Tanrı’yı pasiflikle nasıl suçlayabilirsin? Eğer söyledikleri gibi Tanrı yarattıklarına kendini tanıtma, onlara dünya ve ahiret hakkında bilgiler verme konusunda ve onları ahlaki olarak şekillendirme konularında ‘pasif’ bir konumda olsaydı , Deistler tek ve bir olan Tanrı’yı tanıyamazlardı bile. Söyledikleri gibi Tanrı eğer pasif olsaydı , bu pasifliğin sonucu olarak yaratılanlar yaratıcılarını bilmekten aciz kalırlardı. İşte Deizm tam da bu noktada bizce kendiyle inanılmaz çelişmektedir. Söyledikleri ve inandıkları görüş doğru olsaydı eğer kendileri Deist bile olamazlardı. Tanrı’yı bu pasifliğiyle bile tanıyamazlardı. Velhasıl, Allah’ı Deistlerin ifade ettikleri gibi ‘pasif’ olarak addetmek her an yaratmakta ve kainatı sonsuz rahmetiyle her an kuşatmakta olan Allah (c.c)’a atılmış büyük bir iftiradır.


   Öte yandan Tanrı yarattıklarıyla hiç ilgilenmiyor ve onların ahlaki durumlarıyla zerre ilgilenmiyor düşüncesi, dolaylı olarak cennet, cehennem, hesap ve adalet gibi son derece mühim konuların üzerlerini tamamen çizmek demektir. Çünkü yarattığı insanlarla hiç ilgilenmeyen bir Tanrı, onları öldüklerinde nasıl yargılayabilir? Ahlaki olarak belli başlı ve sistematik yasalar koymayan bir Tanrı, 

   İnsanları neye göre ve nasıl hesaba çekebilir? İşte Deizm’de bu sebeplerden dolayı ahiret inancı ve hesap yoktur. Tanrı bizleri , bütün kainatı sonsuz kudretiyle yarattı ama bizleri hesaba çekemeyecek demek , Tanrı’ya adaletsiz olduğu konusunda iftira atmaktır. Dolayısıyla Tanrı’nın yargılama ve hüküm verme sıfatlarını yok saymaktır. Aslında Deizm’in inandığı Tanrı ; sadece yaratabilen bir Tanrı’dır. Bu yaratma da bir kereliğe mahsustur. Bunu bir saat imalatçısının saati üretip, pilini takıp , saati ayarlayıp salıvermesi olarak örnekleyebiliriz. Deizm özünde budur. Bütün evren ve tüm yaratılmışlar aslında üretilmiş, pili takılmış ve ayarlanmış bir saatin çalışması gibi devam eder. 

  

   

   Deizm’deki bir diğer çıkmaz da Peygamberlik meselesidir. Deizm hiçbir peygamberin meşruiyetini kabul etmez. Onlara yalancı gözüyle bakar ve Tanrı tarafından getirdiklerinin doğruluğunu da kabul etmez. Ama işin mantıksız tarafı, Deizmin peygamberleri reddettiği halde öne sürdükleri tek Tanrı inancını yine o reddettikleri peygamberler aracılığıyla öğrenmiş olmalarıdır. Deizm 17. yüzyılda Avrupa’da Hristiyanlığa karşı bir tepki olarak doğduysa ve karşılarında durdukları Hristiyanlık dinini Hz.İsa getirmişse ve Hz.İsa’nın da getirdiği dinin içerisinde de tek ve biricik Allah inancı varsa bu konuda büyük bir problem var demektir. Deizm o zaman bizlere tek tanrı inancını Hz.İsa’dan öğrendiklerini ama Hz. İsa’yı kabul etmediklerini söylemektedir. Bu tıpkı şunun gibidir: Diyelim ki bir coğrafyada yeni bir devlet kuruldu ve bölgesindeki en ücra beldelerde yaşayanlara elçileriyle kendini tanıtmak ve meşruiyetini ilan etmek için en seçkin adamlarını yolladı. Elçinin biri kuş uçmaz kervan geçmez bir köye geldi ve Sultanın fermanını halka arz etti. Fermanda Sultanın adı, kimliği, etniği, kurduğu devletin özellikleri vb. bilgiler yer alıyordu. Köy halkı elçinin getirdiği haberi dikkatlice dinledi anladı ve daha sonra Sultanın varlığını, o bölgedeki hakimiyetini ve kendilerinin ona tabi olduğunu, kısacası sultanın meşruiyetini kabul etti. Fakat elçinin meşruiyetini kabul etmedi. Elçinin bulunduğu konumunu ve sultanın onu görevlendirdiğini reddetti. Bu ne kadar saçma bir şey değil mi? Haberi yollayana inanmak, haberi getirene reddetmek. İşte Deizm tam olarak budur. Yaratıcıyı ve onun kendini bildirmesini kabul etmek, ama Tanrı’nın kendini bildirmek için görevlendirdiği elçiyi reddetmek. İşte Deizm’in bu görüşü hem Allah’ın görevlendirdiği gelmiş geçmiş binlerce Peygambere, hem de o Peygamberleri yeryüzüne gönderen Allah’a iftiradır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Gerek