Deizm; din, vahiy ve peygamber inancı olmadan bireyin kendi aklıyla Tanrı’ya olan inancını esas alan bir görüştür. Bu görüşe göre insanın Tanrı’ya ulaşabilmesi ve O’nu bilebilmesi için arada yardımcı unsurlara gerek yoktur. Peygamberlerin getirdikleri düsturlar Deizme göre saf Tanrı inancını bulandırır. Deizm terimi Latince Tanrı anlamındaki Deus kelimesinden türetilmiştir. Deizm kavramı ilk olarak 17. yüzyılda Avrupa’da kullanılmaya başlamıştır. Deizm Avrupa’da Hristiyanlığın hakim olduğu bir çevrede kiliseye tepki olarak doğmuştur. Kilisenin insanlara dayattığı karmakarışık ve baskıcı dini inancın karşısında yer almıştır.
Deizm her ne kadar doğal din vurgusu yapıp semavi dinlerin kurumsallaşmasını sorun edinse de bünyesinde belli başlı sıkıntılar barındırmaktadır. Deizmi ele almaya çalıştığımızda karşımıza çıkan ilk ve en önemli husus, bu akımın herhangi bir sistemsel alt yapısının ve dayanağının olmamasıdır. Dolayısıyla deizmi objektif bir şekilde eleştirmeye kalktığımızda karşımızda elle tutulur ve sistemsel bütünlüğü olan bir akım görememekte, bu konuları felsefî düzlemde tartışacak bir muhatap bulamamaktayız. Deizmdeki en büyük boşluk ölümden sonrası meselesidir. Deizm, Tanrının insanları fikirsel boşluklardan kurtarmak için peygamberler aracılığıyla buyruklar göndermesi düşüncesini kabul etmediği için ahiret meselesini kendi çevresiyle, yani Deist bireylerle şekillendirmek durumundadır. Bu durumda ortaya bağlayıcılık problemi çıkmaktadır. Herhangi bir inanç yahut inançsızlık sisteminde hele ki metafiziksel konularda birbiriyle tutarlı görüşler aranır. Bu görüşler hem o sistemin meşruiyetini güçlendirir, hem de dışarıdan gelebilecek muhtemel eleştirilere karşı koruma kalkanı sağlar. Sosyal, siyasi veyahut dinî bazı sistemler vardır ki içerisinde sistemsel bir tutarlılık olduğu için her ne kadar çok saçma bile olsa geniş halk tabanında muhataplar bulabilir. Böylece o sistemin mensupları öngörülen konular hakkında birbirine yakın şeyler düşünür ve söyler. Lakin Deist çevrenin halk tabakasındaki mensuplarının ve ileri gelen düşünürlerinin ahiret konusundaki düşünceleri birbirini tutmamaktadır ve hatta kişiden kişiye değişmektedir. Bir kısım Deistin bu konudaki düşüncelerinin bire bir semavi dinlerden taklit olduğunu ve en ufak bir farklılık olmadığını gözlemleyebilirken, diğer bir kısmın bu konuda özgün düşündüğünü veya bu konuda herhangi bir görüşünün olmadığını hatta ilgisiz kaldığını gözlemleyebiliyoruz. Bu konudaki görüş farklılıklarını somut olarak ifade etmek gerekirse; bir kısım Deistin ölümden sonra insan ruhunun sonsuz olarak ödül ve cezaya dûçar olacağını düşündüğünü görebilirken, diğer bir kısmının ödül ve cezayı kabul ettiğini, lakin bunların sonsuz olmadığını ve olamayacağını, hatta diğer bir kısmının ise Tanrı’yı kabul etmelerine rağmen sonlu ya da sonsuz bir ahiret hayatını kabul etmediklerini görmekteyiz. Sonuç olarak ahiret konusunda birbirinden oldukça farklı olan bu görüşlerin en nihayetinde tutarsız birer yorum kümesi olduğunu görmekteyiz. Bu bakımdan Deistlerin metafizik alanında söylediklerinden hareketle bu akımın aslında içerisinde hatırı sayılır ölçüde agnostik öğeler taşıdığını görmek mümkün. Bu yüzden Deizm’in tek çatı altında bir oluşum olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Günümüz Deistlerini görüş farklılıklarına göre sıralamamız gerekirse karşımıza şu üç tip çıkmaktadır:
1- Dinden tamamen kopamamış ve semavî dinlerin öğretilerinin bir kısmını kabul edenler.
2- Dinlerin tüm öğretilerini reddeden ve Tanrı kavramını kabul etseler dahi içini boşaltmış olan Nihilist Deistler
3- Dinî konularda herhangi bir yorumu bulunmayan ilgisiz Deistler.
Deist bireylerde görülen en tipik özellik arada kalmışlık
olarak niteleyebileceğimiz bir buhran halidir. Bu bireylerdeki esas problem din
olgusunu kabul ve redde net olmamaları ve aynı zamanda inandıkları Tanrının
özelliklerini tam olarak bilmeyip, O’nu hayatlarında pasif bir konuma
oturtmalarıdır.
Bilindiği üzere Deizmin Tanrısı varlık alemini sonradan
müdahaleye mahal vermeyecek şekilde yani mükemmel bir biçimde yaratmıştır. Yine
bilindiği üzere bu düşünce Antik Yunan’da Aristoteles’e kadar gitmektedir. O;
bu konuda saat ve saatçi örneği vermiştir. Bu örnek kısaca şudur: Mahir bir
saatçi saatini tasarlar ve üretir. Daha sonra bu saati vitrinine koyup ne kadar
güzel bir saat yaptığını düşünüp onu izler. Fakat saatin üretimini bitirdikten
sonra arada sırada eline alıp kurcalamaz. Çünkü başta onu mükemmel bir şekilde
üretmiştir. Saatçinin saatini sık sık kontrol edip düzeltmeler yapması onun
yaptığı saati mükemmellikten çıkardığı gibi evreni ve bütün her şeyi yaratan Tanrının
da sonradan müdahaleler yapması evrenin mükemmel olmadığı sonucuna ortaya çıkarmaktadır.
Dolayısıyla bu örneğe göre Deizmde Tanrının bu şekilde sürekli evrene müdahale
etmediği, çünkü onu en baştan mükemmel işleyişte yarattığı görüşü vardır.
İlk olarak Deizmin bu görüşü esas alarak oluşmadığını ve
günümüz Deizminin 17. Ve 18. Yüzyıllarda kiliseye tepki olarak meydana
geldiğini belirtmekte fayda var. Deizmin teşekkül sürecini detaylı bir şekilde
ele alan Prof. Dr. Adnan Bülent Baloğlu’nun “Son Hurafe: Deizm” kitabının bu
konuda hazırlanmış nitelikli bir eser olduğunun ve ilgililerinin okumaları
gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
Saatçi ve saat örneğine gelecek olursak, mükemmel bir
düzende işleyen evrene sonradan müdahale etmenin mantık dışılığını göstermesi
açısından bu örneği kabul etmememiz aklın iflasını gerektirir. Lakin semavi
dinlerdeki, bilhassa İslam dinindeki ‘Tanrısal müdahale’ kavramı bu şekilde
değildir. Tanrı zaten mükemmel olan aleme sonradan müdahale etmez. Tanrı’nın bu
aleme olan etkisi mevcut düzene, yani ilahi sisteme yönelik değildir. Tanrı
alemin sistemini noksansız ve mükemmel bir düzene göre ayarlamıştır. İslam
sistemindeki müdahale anlayışı, tanrının yarattıklarına karşı çift yönlü bir
iletişime dayanır. Bu iletişim ise sadece Tanrının bilinç verdiği eşref-i
mahlukat olan insana hastır. Tanrı tüm alemi ve dünyayı insan için yaratmış ve
ona has kılmıştır. Tanrı insanın en yakınında olduğunu Kâf suresi 16. Ayette
‘..Ve biz ona şah damarından daha yakınız’ ifadesiyle açıklamıştır. İslam’ın
Tanrısı, kullarına şah damarından daha yakın olan ve her daim onların dualarına
icabet eden bir mahiyettedir. Nitekim Furkan suresi 77. Ayette Cenâb-ı Hakk ‘De
ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!..’ buyurmaktadır. Yani yüce
yaratıcı burada kullarını kendi katında değerli kılacak özelliğin dua, yani iletişim
olduğunu beyan etmektedir. Bu ayetlerden yola çıkarak şu husus ayan beyan ortadadır:
İnsanların halinden her an haberdar olarak onların en yakınında olup,
kullarının kendisiyle olan iletişimini kulluk değeri sayan bir Tanrı, tamamen pasif
ve kullarıyla hiçbir şekilde iletişime geçmeyen bir Tanrıdan daha mükemmeldir.
Dolayısıyla Deizm’in Tanrı tasavvuruyla İslamiyet’inkini mukayese ettiğimizde
ortaya böyle bir tablo çıkmaktadır. Böyle bir tabloya bakan akıl sahipleri bu
ve bunun gibi gerekçelerden dolayı kullarıyla iletişim kuran ve onlarla
ilgilenen bir Tanrı tasavvurunun muhakkak daha üstün ve daha kusursuz olduğunu
görecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder