16.10.2022

Günümüz Gençliğinde Dine Karşı Mesafeli Duruşun Öz Eleştirisi


Bu yazımda ülkemizde son yıllarda çok fazla artan yeni neslin dinden kopuş sorununu inceleyecek ve bu sorunun öz eleştirisini yapmaya çalışacağım.


Din , insana dünyada ve ahirette mutluluk ve iç huzur sağlamak için vardır. Bir insan din dairesinde olmak ile halihazırda bunlara talip olmaktadır. Lakin bireyler dinden ve Müslümanlardan bunları görmeyi beklerken karşısında ahlaklı bireylerden çok ahlakçıları, dindarlardan çok dincileri gördüğünde, kıymetli Mustafa Çağrıcı hocanın deyimiyle ‘derin bir hayal kırıklığına uğramaktadırlar’. Akabinde de bu din dairesinde ‘ben yokum’ demektedirler.

Din adına konuşan gerek meşhur, gerekse halk tabakasından kişiler en başta Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in ahlakıyla ahlaklanmış olma özelliğini taşımalıdır. Dindar bireylerde bu ön kabul olmazsa olmazdır. Lakin buna rağmen din konusunda konuşan kişilerin hal, hareket ve söylemlerinde bu tarz bir ahlakın görülmemesi ve konuşulan konuların teoriden pratiğe bir türlü geçememesi, hali hazırda dini görüşlerini sorgulayan bireylerde müthiş bir antipatiyle karşılanmaktadır.

 

Din buysa ben yokum sözünü söyleyen de hatalıdır bunu o kişiye söyletenler de hatalıdır. Şöyle ki söyleyen,  Müslümanların hatalarını İslam’a mâl etmiş ve Allah’ın olan bu dini kula izafe edip dinin değerini kuldan ölçerek hata yapmıştır. Söyleten ise 21. Yüzyıl gibi küresel bir değerler krizinin etkisini derinden hissettirdiği ve İslam dünyasının da bundan fazlaca etkilendiği bir çağda yeni nesle İslam ahlakını, sıcaklığını ve hoşgörüsünü yansıtamayıp, etkilediği insanları dinden soğumaya sevk ederek hata yapmıştır. Burada sorun, insanların din adına toplumda rol modellik oluşturacak kişiler görememesidir. Bunun sebeplerinden bir tanesi, çağı yakalayamamak ve geçmişte yaşamaktır. Burada sorunun her iki cephesinde bulunanlar yeterince analiz edilmelidir ki, bu sayede içerisinde bulunduğumuz bu krizi daha rahat ve geniş açıdan ele alabilelim.

 

Dinden soğuyanlar ile soğutanların arasındaki ilişki en nihayetinde bir etki tepki meselesidir. Türkiye’nin %99’u Müslüman bir ülke iken kısa sürede bu oranın düşmesinde din adamlarının ve toplum içerisinde söz sahibi dindarların anlattıklarıyla hayatlarının, yani teoriyle pratiğin örtüşmemesi, bilgiyi olduğu gibi kabullenmeyip tasdikleme güdüsünde olan yeni neslin dikkatinden kaçmamaktadır. Bunun sonucu olarak her türlü bilgi ve akıma internet üzerinden rahatça ulaşabilen ve bazı çevrelerce maruz kalan yeni nesil, anlatılanlarla gerçek hayat arasında bağ kuramayıp din ile arasındaki bağı zamanla gevşetmektedir. Ayrıca bu gevşeme ve kopuşun nedenleri arasında gösterilen günümüzdeki kültür yozlaşmasını ve insanlığa dair değer üretememe sorunlarını sağduyuyla kabul etmeliyiz. Bu gerçeklikleri görmek istememek, bizi mevcut sorunu yeterince anlayamama ve çözümleyememe sonucuna götürecektir.

 

Bugün İslam adına söylemlerde bulunanlar toplumsal adaletsizliklere, iktisadi düzene ve cinsellik haricindeki ahlaklılık konularında yeteri kadar şikayet, tepki ve öneride bulunmamaktadırlar. Günümüzün din dili ekseni maalesef şekilci dindarlık, fakirlere şükretmeyi öğretme klişesi ve birbirini tekfir etme hastalığı gibi konulardan oluşmaktadır. Oysa İslam dini, geldiği dönemde yukarıda sözünü etmiş olduğum toplumsal düzen, ahlak ve iktisat gibi sorunları kendine dert edinerek bir mücadele göstermiştir. Ayrıca Hz. Peygamber’in de bugün bizlerin pek fazla dert edinmediğimiz değerleri ve durumları topluma aşılamak için gönderildiği aşikardır. Dolayısıyla günümüzdeki din algısı ve söylemi, İslam’ın ana mücadelesinin ruhuyla örtüşmemektedir.

 

Öte yandan günümüzde kendini din dışında tanımlayan ilgisiz ve din yorgunu gençlere din çerçevesinde kalmalarına yönelik uzun zamandır kullanılagelmiş bir argüman sunulmaktadır. Bu da şuan yaşanılan dine ve Müslümanların durumuna bakılarak dinin yargılanamayacağıdır. Telkinlerde İslam’ın bir ideal olduğu söylenir. Asırlar geçtikçe bizler, bu dünya hayatında düzen ve huzur, ahirette de kulları ebedî saadete sevk etmek amacıyla gelmiş bu dini adeta Platon’un idealar alemi gibi ulaşılamayacak bir noktaya çıkarmış bulunup, yaşadığımız yerde ve zamanda bu düsturları gerçekleştirmemiz gerektiği halde sürekli o ideaya bakmaktayız. Bu düşünce tarzı İslam’ı bir nevi tümelleştirmek, günümüzdeki dini yaşayışı da tikelleştirerek ‘tikele bakma, tümele bak’ şeklinde bir mantığı ortaya çıkarmaktadır. Bu şekildeki ulaşılamaz bir din algısı, dinin evrensel olarak mensuplarına her çağda huzur, mutluluk, toplumsal düzen ve adalet sağlama işlevi ve gayesiyle çelişmektedir. Sonuç olarak bu çelişimde göklere çıkarılan ve hayatta bir karşılığı olmayan ‘tümel ve tikel din’ şeklinde ayrıştırılan din algısının değişmesi ve dinin göklerden tekrar yeryüzüne indirilerek yaşanabilir bir hale getirilmesi gerekir. Bunun için de İslam’ın bizlere en başından beri aşılamaya çalıştığı Müslüman şuurunun farkına varılmalı ve İslam’ın özünün çok daha detaylı bir şekilde analizi yapılmalıdır. 21.yüzyıl dünyasının içerisinde bulunduğu değerler krizinden yalnızca İslam’ın ortaya koyduğu ve öngördüğü değerler bütününü doğru anlayıp ona sarılarak çıkılabilir. Tüm samimiyetimle söylemek istiyorum ki, gerçekten kolay olan geçmişteki o kudretli devirleri ve ideali göstermek, zor ama yapılması mecburi olan ise bugünü ve yarınları inşa edebilmektir.

 

Karşımızdaki dinsizlik problemine bir de Gazzâlî’nin bakış açısından bakmakta fayda görüyorum. Hüccetü’l İslam İmam Gazzâlî , bilindiği üzere en büyük mücadelesini o dönem Hasan Sabbâh’ın başını çektiği Batınîlere karşı vermiştir. Bu mücadelesine bizzat halife el-Müstazhir-Billah'ın talimatıyla başlamıştır.

 

İmam Gazzâlî , “Ardından Bâtınîlik incelemelerine koyuldu.. Bu arada bazı kimseler, onun Bâtınîliğin tenkidine girişmeden önce bu akımın düşünce ve ilkeleri hakkında bilgi vermesinin bir bakıma Bâtınîler’in işine yaradığını düşünerek Gazzâlî’nin bu yöntemini eleştirdiler. Ancak Gazzâlî, bir düşünce ve inancı yeterince tanıyıp mahiyeti hakkında tarafsız bilgi vermeden onu eleştirmenin kendi ilim anlayışıyla bağdaşmadığı fikrinde olduğundan (el-Münḳıẕ, s. 33-34) yöneltilen bu tenkitleri dikkate almadı.” [1]

 

Günümüzde yaşanan bu dinsizleşme sorununda İmam Gazzâlî’nin Batınîlik ile verdiği mücadelesinde gösterdiği tavrın ve zihniyetin örnek alınmasının, kadim din geleneğimizin bizlere bıraktığı mirasın bugüne tevarüsü şeklinde çok yararı olacağı kanaatindeyim.

 

Gazzâlî, dine cephe almış yanlış bir akımın eleştirisinin hemen karşı tarafa saldırmakla fayda vermeyeceği şeklinde mantıki bir olgunluk göstermiş ve bu eleştirinin yapılabilmesi için çevresinden gelen eleştiri oklarına da göğüs gererek ilk evvela Batınîliğin derin bir incelemesini yapmıştır. Bu incelemelerinin sonucunda elde ettiği verileri toplayarak henüz sistematik bir bütünlüğü olmayan Batınîliğe aslında deyim yerindeyse bir başucu kitabı hazırlamıştır. Gazzâlî’nin bunu yapmasının sebebi, karşısındaki akımın elle tutulur bir fikir bütünlüğüne sahip olmamasından dolayı sistematikleştirilmeden yapılacak olan bir eleştirinin Batınîliği öldürücü olarak vuramayacağını düşünmesiydi.

 

İşte bugünün Gazzâlî’leri de bin yıl önceki bu örneği esas almalı ve karşısındaki bu dinden kopma/soğuma sorununu çözebilmek için sarf edeceği enerjiyi hemen saldırı durumuna geçerek değil, Gazzâlî’ce bir tutumla karşısındakini anlamaya ve sorun tespitine harcamalıdır. Nitekim doğru teşhis tedavinin yarısıdır.

 

Dinden hızla uzaklaşma sorununun çözümlenebilmesi için insanı ve ahlakı merkeze alan bir din dilinin, bir din üslûbunun geliştirilmesi gerekmektedir. Lakin bunu yaparken kadim geleneğimizi görmezden gelmek ve soğuk bir reformizm tavırlarına bürünmek ana gayenin çerçevesinden çıkmak olacaktır. Bu konudaki ana gayemiz ise din çatısını değiştirmek değil, geliştirmek olmalıdır. Ve bu gelişmiş din çatısı, ötekileştirme ve tekfir hastalığından uzak, içerisinde farklı renkleri de barındırabilecek bir hüviyette olmalıdır. Bu geliştirilecek olan din dilinin öteki dünyayı önemsediği kadar bu dünyayı da önemsemesi ve değersiz görmemesi gerekir. Amaçlarından bir tanesi, ahiret kadar dünya hayatını da ma’mur etme çabası olmalıdır. Böyle bir üslup, hem toplumsal ahlakı, hem yeni nesillerin dine bakışını, hem de dinin insana verdiği değeri olumlu yönde etkileyecektir.

 

Müslümanların dünyaya verdikleri değer, bir imtihan sahası olmaktan, bedenine verdiği değer yalnızca ibadetleri uygulayabilmesini mümkün hale getiren bir araçtan, bilime verdiği değer ise Kur’an ‘a gizlenmiş bilimsel gerçeklikleri bugün ortaya çıkarmaya yarayan bir vasıtadan çok daha fazla olmalıdır. Kaldı ki bilimin sadece Kur’an’da gizlenmiş gerçekleri ortaya çıkaran bir olgu olarak algılanması bile aslında başlı başına İslam dünyasını bilime daha fazla teşvik etmeye yetiyor olmalıdır. Okumayı, öğrenmeyi ve bilimi, kabirde lazım olanlar ve olmayanlar şeklinde ayırmak, öteden beri süregelmiş yaşamsal bir hata ve hayata kıymet vermeme tavrıdır.

 

Batı dünyasının Doğuyu geride bırakmasının sebebi, eskiden bizim dert edindiğimiz, lakin zamanla önemsemeyip unuttuğumuz bir olgudur. Bu da dünyayı anlama ve anlamlandırma çabasıdır. Bu gayenin bilincinde olan toplumların bilim, sanat, edebiyat ve tıp gibi alanlarda öne geçmeleri gayet tabii bir durumdur ve yadırganmamalıdır. Nitekim bilim, değer görmediği yerden kaçar ve değer gördüğü, önemsendiği yere gider. Bizler, dünya hayatına ve dünyayı tanıyıp anlamlandırmaya verdiğimiz değeri düşük tutmaya devam ederek gençlerin dünyaya kıymet verenlerin imansız saflarına geçmelerine göz yummaktayız. İşte bu yüzden dünya hayatının - her ne kadar bir eğlence ve oyun yeri olsa da- (Ankebut 64) yaşamaya, üretmeye ve önemsenmeye değer bir yer olduğunun iyi analiz edilmesi gerekir.

 

Bugünün Müslümanlarının dinlerini korumak ve yükseltmek adına benimsemeleri gereken şey artık zühd yaşantısı değil, ‘anti zühd’ yaşantısı olmalıdır. Zühd anlayışı her ne kadar dindar bireyin manevi dünyasını korumasına, kötülüklerden ve günahlardan arınmasına yardımcı olsa da artık bu anlayış 21. Yüzyılın İslam dünyasının yararına değildir. Meşhur hikayede olduğu gibi şehirdeki ermiş, dağdaki ermişten üstündür. Bu üstünlüğün sebebi hayatta etkin ve aktif olmasıdır. Müslüman birey, modern dünyanın içerisine Müslüman’ca ve olanca aktifliğiyle dahil olmalıdır. 21.yüzyıl insanının öngörmesi gereken İslam, her alanda aktif ve toplumsal bir İslam olmalıdır.

 



[1] MUSTAFA ÇAĞRICI, "GAZZÂLÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/gazzali#1 (08.09.2022).

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Gerek