Bu yazımda ülkemizde son yıllarda çok fazla artan yeni neslin dinden kopuş sorununu inceleyecek ve bu sorunun öz eleştirisini yapmaya çalışacağım.
Din , insana dünyada ve ahirette mutluluk ve iç huzur sağlamak için vardır. Bir insan din dairesinde olmak ile halihazırda bunlara talip olmaktadır. Lakin bireyler dinden ve Müslümanlardan bunları görmeyi beklerken karşısında ahlaklı bireylerden çok ahlakçıları, dindarlardan çok dincileri gördüğünde, kıymetli Mustafa Çağrıcı hocanın deyimiyle ‘derin bir hayal kırıklığına uğramaktadırlar’. Akabinde de bu din dairesinde ‘ben yokum’ demektedirler.
Din
adına konuşan gerek meşhur, gerekse halk tabakasından kişiler en başta
Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in ahlakıyla ahlaklanmış olma özelliğini
taşımalıdır. Dindar bireylerde bu ön kabul olmazsa olmazdır. Lakin buna rağmen
din konusunda konuşan kişilerin hal, hareket ve söylemlerinde bu tarz bir
ahlakın görülmemesi ve konuşulan konuların teoriden pratiğe bir türlü
geçememesi, hali hazırda dini görüşlerini sorgulayan bireylerde müthiş bir
antipatiyle karşılanmaktadır.
Din
buysa ben yokum sözünü söyleyen de hatalıdır bunu o kişiye söyletenler de
hatalıdır. Şöyle ki söyleyen, Müslümanların hatalarını İslam’a mâl etmiş ve
Allah’ın olan bu dini kula izafe edip dinin değerini kuldan ölçerek hata
yapmıştır. Söyleten ise 21. Yüzyıl gibi küresel bir değerler krizinin etkisini
derinden hissettirdiği ve İslam dünyasının da bundan fazlaca etkilendiği bir çağda
yeni nesle İslam ahlakını, sıcaklığını ve hoşgörüsünü yansıtamayıp, etkilediği
insanları dinden soğumaya sevk ederek hata yapmıştır. Burada sorun, insanların
din adına toplumda rol modellik oluşturacak kişiler görememesidir. Bunun
sebeplerinden bir tanesi, çağı yakalayamamak ve geçmişte yaşamaktır. Burada sorunun
her iki cephesinde bulunanlar yeterince analiz edilmelidir ki, bu sayede içerisinde
bulunduğumuz bu krizi daha rahat ve geniş açıdan ele alabilelim.
Dinden
soğuyanlar ile soğutanların arasındaki ilişki en nihayetinde bir etki tepki
meselesidir. Türkiye’nin %99’u Müslüman bir ülke iken kısa sürede bu oranın
düşmesinde din adamlarının ve toplum içerisinde söz sahibi dindarların
anlattıklarıyla hayatlarının, yani teoriyle pratiğin örtüşmemesi, bilgiyi
olduğu gibi kabullenmeyip tasdikleme güdüsünde olan yeni neslin dikkatinden
kaçmamaktadır. Bunun sonucu olarak her türlü bilgi ve akıma internet üzerinden
rahatça ulaşabilen ve bazı çevrelerce maruz kalan yeni nesil, anlatılanlarla
gerçek hayat arasında bağ kuramayıp din ile arasındaki bağı zamanla
gevşetmektedir. Ayrıca bu gevşeme ve kopuşun nedenleri arasında gösterilen
günümüzdeki kültür yozlaşmasını ve insanlığa dair değer üretememe sorunlarını sağduyuyla
kabul etmeliyiz. Bu gerçeklikleri görmek istememek, bizi mevcut sorunu yeterince
anlayamama ve çözümleyememe sonucuna götürecektir.
Bugün İslam adına söylemlerde bulunanlar
toplumsal adaletsizliklere, iktisadi düzene ve cinsellik haricindeki ahlaklılık
konularında yeteri kadar şikayet, tepki ve öneride bulunmamaktadırlar.
Günümüzün din dili ekseni maalesef şekilci dindarlık, fakirlere şükretmeyi
öğretme klişesi ve birbirini tekfir etme hastalığı gibi konulardan
oluşmaktadır. Oysa İslam dini, geldiği dönemde yukarıda sözünü etmiş olduğum
toplumsal düzen, ahlak ve iktisat gibi sorunları kendine dert edinerek bir
mücadele göstermiştir. Ayrıca Hz. Peygamber’in de bugün bizlerin pek fazla dert
edinmediğimiz değerleri ve durumları topluma aşılamak için gönderildiği aşikardır.
Dolayısıyla günümüzdeki din algısı ve söylemi, İslam’ın ana mücadelesinin
ruhuyla örtüşmemektedir.
Öte yandan günümüzde kendini din dışında
tanımlayan ilgisiz ve din yorgunu gençlere din çerçevesinde kalmalarına yönelik
uzun zamandır kullanılagelmiş bir argüman sunulmaktadır. Bu da şuan yaşanılan
dine ve Müslümanların durumuna bakılarak dinin yargılanamayacağıdır.
Telkinlerde İslam’ın bir ideal olduğu söylenir. Asırlar geçtikçe bizler, bu
dünya hayatında düzen ve huzur, ahirette de kulları ebedî saadete sevk etmek
amacıyla gelmiş bu dini adeta Platon’un idealar alemi gibi ulaşılamayacak bir
noktaya çıkarmış bulunup, yaşadığımız yerde ve zamanda bu düsturları
gerçekleştirmemiz gerektiği halde sürekli o ideaya bakmaktayız. Bu düşünce
tarzı İslam’ı bir nevi tümelleştirmek, günümüzdeki dini yaşayışı da
tikelleştirerek ‘tikele bakma, tümele bak’ şeklinde bir mantığı ortaya
çıkarmaktadır. Bu şekildeki ulaşılamaz bir din algısı, dinin evrensel olarak
mensuplarına her çağda huzur, mutluluk, toplumsal düzen ve adalet sağlama
işlevi ve gayesiyle çelişmektedir. Sonuç olarak bu çelişimde göklere çıkarılan
ve hayatta bir karşılığı olmayan ‘tümel ve tikel din’ şeklinde ayrıştırılan din
algısının değişmesi ve dinin göklerden tekrar yeryüzüne indirilerek yaşanabilir
bir hale getirilmesi gerekir. Bunun için de İslam’ın bizlere en başından beri
aşılamaya çalıştığı Müslüman şuurunun farkına varılmalı ve İslam’ın özünün çok
daha detaylı bir şekilde analizi yapılmalıdır. 21.yüzyıl dünyasının içerisinde
bulunduğu değerler krizinden yalnızca İslam’ın ortaya koyduğu ve öngördüğü
değerler bütününü doğru anlayıp ona sarılarak çıkılabilir. Tüm samimiyetimle söylemek
istiyorum ki, gerçekten kolay olan geçmişteki o kudretli devirleri ve ideali
göstermek, zor ama yapılması mecburi olan ise bugünü ve yarınları inşa
edebilmektir.
Karşımızdaki dinsizlik
problemine bir de Gazzâlî’nin bakış açısından bakmakta fayda görüyorum. Hüccetü’l
İslam İmam Gazzâlî , bilindiği üzere en büyük mücadelesini o dönem Hasan Sabbâh’ın
başını çektiği Batınîlere karşı vermiştir. Bu mücadelesine bizzat halife
el-Müstazhir-Billah'ın talimatıyla başlamıştır.
İmam Gazzâlî , “Ardından Bâtınîlik incelemelerine koyuldu..
Bu arada bazı kimseler, onun Bâtınîliğin tenkidine girişmeden önce bu akımın
düşünce ve ilkeleri hakkında bilgi vermesinin bir bakıma Bâtınîler’in işine
yaradığını düşünerek Gazzâlî’nin bu yöntemini eleştirdiler. Ancak Gazzâlî, bir
düşünce ve inancı yeterince tanıyıp mahiyeti hakkında tarafsız bilgi vermeden
onu eleştirmenin kendi ilim anlayışıyla bağdaşmadığı fikrinde olduğundan (el-Münḳıẕ, s.
33-34) yöneltilen bu tenkitleri dikkate almadı.” [1]
Günümüzde yaşanan bu
dinsizleşme sorununda İmam Gazzâlî’nin Batınîlik ile verdiği mücadelesinde
gösterdiği tavrın ve zihniyetin örnek alınmasının, kadim din geleneğimizin bizlere
bıraktığı mirasın bugüne tevarüsü şeklinde çok yararı olacağı kanaatindeyim.
Gazzâlî, dine cephe almış
yanlış bir akımın eleştirisinin hemen karşı tarafa saldırmakla fayda
vermeyeceği şeklinde mantıki bir olgunluk göstermiş ve bu eleştirinin
yapılabilmesi için çevresinden gelen eleştiri oklarına da göğüs gererek ilk
evvela Batınîliğin derin bir incelemesini yapmıştır. Bu incelemelerinin
sonucunda elde ettiği verileri toplayarak henüz sistematik bir bütünlüğü
olmayan Batınîliğe aslında deyim yerindeyse bir başucu kitabı hazırlamıştır. Gazzâlî’nin
bunu yapmasının sebebi, karşısındaki akımın elle tutulur bir fikir bütünlüğüne
sahip olmamasından dolayı sistematikleştirilmeden yapılacak olan bir eleştirinin
Batınîliği öldürücü olarak vuramayacağını düşünmesiydi.
İşte bugünün Gazzâlî’leri de
bin yıl önceki bu örneği esas almalı ve karşısındaki bu dinden kopma/soğuma
sorununu çözebilmek için sarf edeceği enerjiyi hemen saldırı durumuna geçerek
değil, Gazzâlî’ce bir tutumla karşısındakini anlamaya ve sorun tespitine
harcamalıdır. Nitekim doğru teşhis tedavinin yarısıdır.
Dinden
hızla uzaklaşma sorununun çözümlenebilmesi için insanı ve ahlakı merkeze alan
bir din dilinin, bir din üslûbunun geliştirilmesi gerekmektedir. Lakin bunu
yaparken kadim geleneğimizi görmezden gelmek ve soğuk bir reformizm tavırlarına
bürünmek ana gayenin çerçevesinden çıkmak olacaktır. Bu konudaki ana gayemiz
ise din çatısını değiştirmek değil, geliştirmek olmalıdır. Ve bu gelişmiş din
çatısı, ötekileştirme ve tekfir hastalığından uzak, içerisinde farklı renkleri
de barındırabilecek bir hüviyette olmalıdır. Bu geliştirilecek olan din dilinin
öteki dünyayı önemsediği kadar bu dünyayı da önemsemesi ve değersiz görmemesi
gerekir. Amaçlarından bir tanesi, ahiret
kadar dünya hayatını da ma’mur etme çabası olmalıdır. Böyle bir üslup, hem
toplumsal ahlakı, hem yeni nesillerin dine bakışını, hem de dinin insana
verdiği değeri olumlu yönde etkileyecektir.
Müslümanların dünyaya verdikleri değer, bir
imtihan sahası olmaktan, bedenine verdiği değer yalnızca ibadetleri
uygulayabilmesini mümkün hale getiren bir araçtan, bilime verdiği değer ise Kur’an
‘a gizlenmiş bilimsel gerçeklikleri bugün ortaya çıkarmaya yarayan bir
vasıtadan çok daha fazla olmalıdır. Kaldı ki bilimin sadece Kur’an’da gizlenmiş
gerçekleri ortaya çıkaran bir olgu olarak algılanması bile aslında başlı başına
İslam dünyasını bilime daha fazla teşvik etmeye yetiyor olmalıdır. Okumayı, öğrenmeyi
ve bilimi, kabirde lazım olanlar ve olmayanlar şeklinde ayırmak, öteden beri
süregelmiş yaşamsal bir hata ve hayata kıymet vermeme tavrıdır.
Batı dünyasının Doğuyu geride bırakmasının
sebebi, eskiden bizim dert edindiğimiz, lakin zamanla önemsemeyip unuttuğumuz
bir olgudur. Bu da dünyayı anlama ve anlamlandırma çabasıdır. Bu gayenin
bilincinde olan toplumların bilim, sanat, edebiyat ve tıp gibi alanlarda öne
geçmeleri gayet tabii bir durumdur ve yadırganmamalıdır. Nitekim bilim, değer
görmediği yerden kaçar ve değer gördüğü, önemsendiği yere gider. Bizler, dünya
hayatına ve dünyayı tanıyıp anlamlandırmaya verdiğimiz değeri düşük tutmaya
devam ederek gençlerin dünyaya kıymet verenlerin imansız saflarına geçmelerine
göz yummaktayız. İşte bu yüzden dünya hayatının - her ne kadar bir eğlence ve oyun
yeri olsa da- (Ankebut 64) yaşamaya, üretmeye ve önemsenmeye değer bir yer
olduğunun iyi analiz edilmesi gerekir.
Bugünün Müslümanlarının dinlerini korumak ve
yükseltmek adına benimsemeleri gereken şey artık zühd yaşantısı değil, ‘anti
zühd’ yaşantısı olmalıdır. Zühd anlayışı her ne kadar dindar bireyin manevi
dünyasını korumasına, kötülüklerden ve günahlardan arınmasına yardımcı olsa da
artık bu anlayış 21. Yüzyılın İslam dünyasının yararına değildir. Meşhur
hikayede olduğu gibi şehirdeki ermiş, dağdaki ermişten üstündür. Bu üstünlüğün
sebebi hayatta etkin ve aktif olmasıdır. Müslüman birey, modern dünyanın
içerisine Müslüman’ca ve olanca aktifliğiyle dahil olmalıdır. 21.yüzyıl
insanının öngörmesi gereken İslam, her alanda aktif ve toplumsal bir İslam
olmalıdır.
[1] MUSTAFA ÇAĞRICI, "GAZZÂLÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/gazzali#1 (08.09.2022).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder