DİNDARLIK VE AHLAK İLİŞKİSİ: ŞEKİLCİ DİNDARLIKTAN AHLAK MERKEZLİ DİNDARLIĞA
Dinlerin temel gönderilme amaçları insanların anlam
dünyasını kurmak ve insanın tabiatına yakışır eylem ve davranışlarda
bulunmasını sağlamaktır. İnsanın anlam dünyasını kurma çerçevesinde tevhit,
nübüvvet, ahiret, ibadet ve ahlak esaslarını vazeder. Tevhit yasasının amacı
bireyin hayatını biricik ve ortağı olmayan Allah inancı temeline oturtmasıdır.
Nübüvvet yasasının amacı Allah'ın yeryüzüne gönderdiği resulünün kulların
hayatının her alanında örnek olmasıdır. Ahiret esası insana dünya hayatında
yaptıklarının elbet karşısına çıkacağını hatırlatır. İbadet esası, bireylerdeki
kulluk bilincini fiili olarak her daim zinde tutar. Ahlak yasası ise bütün
bunlara şamildir. Hepsinin bir nevi toplamı şeklinde Müslüman bireylerin
hayatlarının her alanında gerek teorik, gerekse pratik şekilde tezahür eder.
Peygamberimizde tüm bu esasları uygulayıp sahabeye örnek olmuştur. Bu çerçevede
dinin amacı ahlaklı birey ve toplum oluşturmaktır. İslam ahlakında hakiki tutum
ahlaki ilkelerin sadece zihinde yer alması değil, bilfiil yaşanması, eylem ve
davranışlarla örnek olunması esastır.
Hz.Muhammed peygamber olarak İslam'ın bütün inanç
esaslarını, ibadet esaslarını ve ahlak esaslarını bizzat uygulayarak
çevresindeki insanlara örnek olmuştur. Böylece birbirine güvenen, elinden
dilinden diğer insanların emin olduğu, paylaşmayı bilen, yardımlaşan ve bütün
bunları tevhit inancı ve yaratıcıya ibadetle bütünleştiren bir topluluk meydana
getirmiştir. Onun mesajını çok iyi anlayan sahabe nesli dini hayatı sadece
ibadete ve diğer dini uygulamalara hasretmemiş, ahlaki eylem ve davranışları da
önemsemiştir. Peygamber sonrası oluşan İslam kültür ve medeniyetinde de ortaya
çıkmış olan kelam, felsefe ve tasavvuf gibi ekollerin de ana görüşlerinde
ahlaki hayat hep önemli kabul edilerek vurgulanmış ve üzerinde kurulmuştur. Bu
çerçevede ilk kelamî ekollerden olan mutezile ve Ehl-i Sünnetin büyük itikadî
ekollerinden Maturidilik başta olmak üzere ahlaki hayatın vazgeçilmez unsuru
olan insan özgürlüğünü temellendirmişlerdir. Özellikle Maturidiliğin ahlaki
anlamda iyi ve kötünün akılla bilinebileceği görüşü, insanın ahlaki hayatını
kurmada ve eylemlerini yönetmede İslam kültürünün ana görüşlerinden biri
olmuştur.
İslam medeniyetinde ortaya çıkmış felsefi ekoller de
insanın yapısını, özelliklerini ve nefsinin güçlerini ele alarak
davranışlarımızın temeli hakkında ahlak alanında etkili teoriler
geliştirmişlerdir. İslam ahlak felsefesi alanında özellikle Peygamberimizin de
tavsiye ettiği itidal yani orta yolda olma anlayışı ana görüş olarak
temellendirilmiştir. Orta yolda olmak demek insanın eylem ve davranışlarında
ifrat ve tefritten uzak kalmasıdır. Bu ise insanın arzu istek ve heveslerini
tamamen yok etmeden aklın kontrolünde kullanması ile mümkündür. Orta yolda
olmaya ahlak alanında en bariz örnek olarak, ne cimrilik ne de müsriflik
yapmadan dağıtmak ve yardımlaşmak olarak cömert davranmak gösterilebilir.
İnsanın eylem ve davranışlarını temele alan nefsin kötülüklerinden
arındırılmasını esas kabul eden tasavvufi anlayışlarda da ahlak hep öncelikli
olarak yer almıştır.
Hz. Peygamberin İslam mesajının geniş kitleler
tarafından kabul edilmesinde ve içtenlikle benimsenmesinde eylem ve
davranışlarında örnek olan ve kendisine her bakımdan güvenilen Müslüman
bireylerin etkisi çok büyük olmuştur. Bu Müslüman bireyler, İslam'ın sadece
ibadet veya muamelat alanındaki emir ve yasaklarıyla değil, özellikle toplumun
diğer bireylerinin gözü önünde olan ahlaki eylem ve davranışlarıyla dini
hayatlarını şekillendirilmişlerdir. Örneğin Uzak Doğu'da İslam'ın yayıldığı
dönemde Müslüman tüccarların ticari hayattaki örnek davranışları ve eylemleri
sebebiyle çok sayıda kişi İslam'ın mesajını içtenlikle kabul ederek hidayete
ermiştir. Yine Türklerin Müslümanlaşması sürecinde Hoca Ahmed Yesevi'nin ahlak
esaslı dindarlık anlayışı çok etkili olmuş ve Türklerin Müslümanlaşmasını
kolaylaştırmıştır. Balkanlar'ın Müslümanlaşmasında da çevresine güven veren
bütün ilişkilerinde “emin” sıfatını taşıyan dürüst ve ahlaki bir örneklik
teşkil eden sufiler etkili olmuştur. Bu çerçevede baktığımızda dindarlığı
ahlakla özdeşleştiren ve bunu hayatında da gösteren, toplum içerisinde
güvenilen insanların İslam kültürüne ve İslam'ın mesajının yayılmasına büyük
katkıları olduğu tarih açısından açıktır.
İslam'ın
temel mesajının ahlak olduğunun unutulduğu veya önemsenmediği dönemlerde
dindarlık, ibadet merkezli şekilsel bir yapıya bürünmüştür. İbnTufeyl’in Hay b.
Yakzân hikâyesinde dikkat çekmek istediğim bir husus vardır. Hay, bilindiği
üzere ıssız bir adada tek başına büyüyüp Hakkı kendi çabalarıyla bulmuştur.
Kahramanımız büyüyüp olgunlaştıktan sonra Allah’ı kendi çabalarıyla bulup, O’na
nasıl hizmet edeceğini düşünüp derin tefekkürlere dalmıştır. Bunun sonucunda
Hay, Allah’ı bilip O’na ibadet etmenin gereğinin yeryüzündeki canlılara yardım
etmekten ve düşeni kaldırmaktan geçeceğini düşünmüştür. Bu bağlamda nerede ters
dönmüş bir kaplumbağa görse düzeltmiş, Nerede gövdesi çalılığa sıkışmış bir
ceylan göre kurtarmış ve nerede güneş alamayıp fotosentez yapamayan bir bitki
görse onun güneş görmesini engelleyici unsurlarını bertaraf etmiştir. Kısacası
Hay, Allah’a hizmeti, yarattıklarına hizmet etmekte görmüştür. Allah’ın
insandan daha aciz sûrette yarattığı canlılara kendi iradesinin ve dünyaya
geliş gayesinin farkında olarak hizmet etmeyi bir insanlık vazifesi addedip,
O’na olan ibadetini bu şekilde yapmıştır. Böyle yaparak Hay, Allah’ın ahlakı
ile ahlaklanmıştır. İşte ibadetin en saf hali budur.
Dindarlık, sadece şekil itibariyle Allah’a ibadet
etmek değil, aynı zamanda ve belki de daha önemlisi toplumsal dayanışma,
insanlar arasındaki düzeni sağlama, iyi ve güzele teşvik etme kısacası herkese
ve her şeye iyilik yapmaktır. Ama maalesef ki günümüzde dindarlık deyince
ahlaklılık anlaşılmamaktadır. “O iyi bir dindardır” şeklinde bir cümle
duyduğumuzda akıllara o kişinin ahlaklı olduğu, Allah’ın ve Hz. Peygamberin ahlakıyla
ahlaklandığı değil de, çok ibadet yaptığı gelmektedir. Hâlbuki “O iyi bir
dindardır” denilince o kişinin çok ibadet etmesiyle birlikte çevresine karşı
iyi ameller işlediği ve dinin öngördüğü erdemlere sahip olduğunun anlaşılması
gerekir. Aslında bakılırsa bireyselleşen ve çoğunlukla şekilcilikten ibaret
olan günümüzdeki dindarlık algısı, kısaca tanımlamak gerekirse asosyal bir
dindarlıktır. Adeta içine kapanık, insanlarla iletişimi zayıf ve kimseye
faydası olmayan, hayatı kendi içinde ve kendi dünyasında yaşayan insan
profilini hatırlatır. Lakin bu yanlıştır. Çünkü küreselleşen dünyanın ve
değerler krizinin ortasındaki bir İslam dindarlığı, yanlış tanımlamalarla
şekilcilik çerçevesine hapsolup kendi kabuğuna çekilemez, çekilmemelidir.
İçinde bulunduğumuz değerler krizini çözebilmek için ahlak merkezli din
kavramını benimsememiz gerekmektedir. Ahlak merkezli din kavramı, ancak
nitelikli erdemler ve güzel ahlak çatısı altında sağlanabilir. Bunun için
Müslümanlar; öncelikle bireysellik ve bencilik gibi hayatımıza uzun süredir
sinmiş kapitalist kavramların yanlışlığını ve toplumsal ahlak bağlamında
faydasız olduğunu kavrayabilmelidir. Eğer bu şekilde etraflıca bir problem
tespiti yapılabilirse çözüm bu doğrultuda daha kolay olacaktır.
Bu çerçevede ileri sürebileceğimiz görüşler şunlardır:
Müslümanların dindarlık kavramını değiştirmeleri gerekir. Çünkü dindar demek,
ahlaklı birey demektir. Bir insana dindar deyince onun çok ahlaklı olduğunun
anlaşılması gerekir. Bu yüzden çağımızın şartlarında yapabileceğimiz en doğru
şey; bilimin ortaya koydukları ile bizim kadim kelam, felsefe ve tasavvuf
geleneklerimizden faydalanarak dindarlık teriminin yeniden tanımlanması ve
bunun ahlak merkezli olması gerekir. Bireysel ve şekilci dindarlık algısının
yanlışlığını anlayabilme noktasında dindarlık kavramını geçirmemiz gereken
süzgeç, değer üretimi süzgecidir. İslam'ın başlangıcında Hz. Peygamberin
dindarlık anlayışıyla ve örnek ahlakıyla başlayan bu değer üretimi, zamanla
dindarlık kavramının değişmesiyle yavaşlamış, daha sonra da durmuştur. Bugün
İslam dünyası maalesef çağdaş dünyada herhangi bir sosyolojik soruna çözüm
teşkil edebilecek hiçbir değer üretememektedir. Bunun sebebi dindarlığın
şekilcilik ve bireyselcilik eksenindeki bir mekaniğe indirgenmesidir. Dolayısıyla
bu mekaniklerin sadece ahlaki anlamda nitelikli değer yargıları değil,
çağımızda bireyleri ve toplumları etkileyebilecek herhangi bir değer
üretemediği aşikârdır.
Sonuç olarak eğer yukarıda sözünü ettiğimiz değer
yargılarını yeniden üretmek istiyorsak, sorunu insanların dindar olmamasında
değil, dindarlık kavramının yanlışlığında ve yozlaşmışlığında görebilmemiz
gerekir. Nitekim hiç kimse, yanlışlığı kökleşmiş bir kavrama
insanların adapte olmasını isteyip, sonra da onlardan doğru ve İslam ahlakına
uygun değerler üretmelerini bekleyemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder