7.06.2022

DİNDARLIK VE AHLAK İLİŞKİSİ

DİNDARLIK VE AHLAK İLİŞKİSİ: ŞEKİLCİ DİNDARLIKTAN AHLAK MERKEZLİ DİNDARLIĞA

 

Dinlerin temel gönderilme amaçları insanların anlam dünyasını kurmak ve insanın tabiatına yakışır eylem ve davranışlarda bulunmasını sağlamaktır. İnsanın anlam dünyasını kurma çerçevesinde tevhit, nübüvvet, ahiret, ibadet ve ahlak esaslarını vazeder. Tevhit yasasının amacı bireyin hayatını biricik ve ortağı olmayan Allah inancı temeline oturtmasıdır. Nübüvvet yasasının amacı Allah'ın yeryüzüne gönderdiği resulünün kulların hayatının her alanında örnek olmasıdır. Ahiret esası insana dünya hayatında yaptıklarının elbet karşısına çıkacağını hatırlatır. İbadet esası, bireylerdeki kulluk bilincini fiili olarak her daim zinde tutar. Ahlak yasası ise bütün bunlara şamildir. Hepsinin bir nevi toplamı şeklinde Müslüman bireylerin hayatlarının her alanında gerek teorik, gerekse pratik şekilde tezahür eder. Peygamberimizde tüm bu esasları uygulayıp sahabeye örnek olmuştur. Bu çerçevede dinin amacı ahlaklı birey ve toplum oluşturmaktır. İslam ahlakında hakiki tutum ahlaki ilkelerin sadece zihinde yer alması değil, bilfiil yaşanması, eylem ve davranışlarla örnek olunması esastır.

 

Hz.Muhammed peygamber olarak İslam'ın bütün inanç esaslarını, ibadet esaslarını ve ahlak esaslarını bizzat uygulayarak çevresindeki insanlara örnek olmuştur. Böylece birbirine güvenen, elinden dilinden diğer insanların emin olduğu, paylaşmayı bilen, yardımlaşan ve bütün bunları tevhit inancı ve yaratıcıya ibadetle bütünleştiren bir topluluk meydana getirmiştir. Onun mesajını çok iyi anlayan sahabe nesli dini hayatı sadece ibadete ve diğer dini uygulamalara hasretmemiş, ahlaki eylem ve davranışları da önemsemiştir. Peygamber sonrası oluşan İslam kültür ve medeniyetinde de ortaya çıkmış olan kelam, felsefe ve tasavvuf gibi ekollerin de ana görüşlerinde ahlaki hayat hep önemli kabul edilerek vurgulanmış ve üzerinde kurulmuştur. Bu çerçevede ilk kelamî ekollerden olan mutezile ve Ehl-i Sünnetin büyük itikadî ekollerinden Maturidilik başta olmak üzere ahlaki hayatın vazgeçilmez unsuru olan insan özgürlüğünü temellendirmişlerdir. Özellikle Maturidiliğin ahlaki anlamda iyi ve kötünün akılla bilinebileceği görüşü, insanın ahlaki hayatını kurmada ve eylemlerini yönetmede İslam kültürünün ana görüşlerinden biri olmuştur.

 

İslam medeniyetinde ortaya çıkmış felsefi ekoller de insanın yapısını, özelliklerini ve nefsinin güçlerini ele alarak davranışlarımızın temeli hakkında ahlak alanında etkili teoriler geliştirmişlerdir. İslam ahlak felsefesi alanında özellikle Peygamberimizin de tavsiye ettiği itidal yani orta yolda olma anlayışı ana görüş olarak temellendirilmiştir. Orta yolda olmak demek insanın eylem ve davranışlarında ifrat ve tefritten uzak kalmasıdır. Bu ise insanın arzu istek ve heveslerini tamamen yok etmeden aklın kontrolünde kullanması ile mümkündür. Orta yolda olmaya ahlak alanında en bariz örnek olarak, ne cimrilik ne de müsriflik yapmadan dağıtmak ve yardımlaşmak olarak cömert davranmak gösterilebilir. İnsanın eylem ve davranışlarını temele alan nefsin kötülüklerinden arındırılmasını esas kabul eden tasavvufi anlayışlarda da ahlak hep öncelikli olarak yer almıştır.

 

Hz. Peygamberin İslam mesajının geniş kitleler tarafından kabul edilmesinde ve içtenlikle benimsenmesinde eylem ve davranışlarında örnek olan ve kendisine her bakımdan güvenilen Müslüman bireylerin etkisi çok büyük olmuştur. Bu Müslüman bireyler, İslam'ın sadece ibadet veya muamelat alanındaki emir ve yasaklarıyla değil, özellikle toplumun diğer bireylerinin gözü önünde olan ahlaki eylem ve davranışlarıyla dini hayatlarını şekillendirilmişlerdir. Örneğin Uzak Doğu'da İslam'ın yayıldığı dönemde Müslüman tüccarların ticari hayattaki örnek davranışları ve eylemleri sebebiyle çok sayıda kişi İslam'ın mesajını içtenlikle kabul ederek hidayete ermiştir. Yine Türklerin Müslümanlaşması sürecinde Hoca Ahmed Yesevi'nin ahlak esaslı dindarlık anlayışı çok etkili olmuş ve Türklerin Müslümanlaşmasını kolaylaştırmıştır. Balkanlar'ın Müslümanlaşmasında da çevresine güven veren bütün ilişkilerinde “emin” sıfatını taşıyan dürüst ve ahlaki bir örneklik teşkil eden sufiler etkili olmuştur. Bu çerçevede baktığımızda dindarlığı ahlakla özdeşleştiren ve bunu hayatında da gösteren, toplum içerisinde güvenilen insanların İslam kültürüne ve İslam'ın mesajının yayılmasına büyük katkıları olduğu tarih açısından açıktır.

 

İslam'ın temel mesajının ahlak olduğunun unutulduğu veya önemsenmediği dönemlerde dindarlık, ibadet merkezli şekilsel bir yapıya bürünmüştür. İbnTufeyl’in Hay b. Yakzân hikâyesinde dikkat çekmek istediğim bir husus vardır. Hay, bilindiği üzere ıssız bir adada tek başına büyüyüp Hakkı kendi çabalarıyla bulmuştur. Kahramanımız büyüyüp olgunlaştıktan sonra Allah’ı kendi çabalarıyla bulup, O’na nasıl hizmet edeceğini düşünüp derin tefekkürlere dalmıştır. Bunun sonucunda Hay, Allah’ı bilip O’na ibadet etmenin gereğinin yeryüzündeki canlılara yardım etmekten ve düşeni kaldırmaktan geçeceğini düşünmüştür. Bu bağlamda nerede ters dönmüş bir kaplumbağa görse düzeltmiş, Nerede gövdesi çalılığa sıkışmış bir ceylan göre kurtarmış ve nerede güneş alamayıp fotosentez yapamayan bir bitki görse onun güneş görmesini engelleyici unsurlarını bertaraf etmiştir. Kısacası Hay, Allah’a hizmeti, yarattıklarına hizmet etmekte görmüştür. Allah’ın insandan daha aciz sûrette yarattığı canlılara kendi iradesinin ve dünyaya geliş gayesinin farkında olarak hizmet etmeyi bir insanlık vazifesi addedip, O’na olan ibadetini bu şekilde yapmıştır. Böyle yaparak Hay, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmıştır. İşte ibadetin en saf hali budur.

 

Dindarlık, sadece şekil itibariyle Allah’a ibadet etmek değil, aynı zamanda ve belki de daha önemlisi toplumsal dayanışma, insanlar arasındaki düzeni sağlama, iyi ve güzele teşvik etme kısacası herkese ve her şeye iyilik yapmaktır. Ama maalesef ki günümüzde dindarlık deyince ahlaklılık anlaşılmamaktadır. “O iyi bir dindardır” şeklinde bir cümle duyduğumuzda akıllara o kişinin ahlaklı olduğu, Allah’ın ve Hz. Peygamberin ahlakıyla ahlaklandığı değil de, çok ibadet yaptığı gelmektedir. Hâlbuki “O iyi bir dindardır” denilince o kişinin çok ibadet etmesiyle birlikte çevresine karşı iyi ameller işlediği ve dinin öngördüğü erdemlere sahip olduğunun anlaşılması gerekir. Aslında bakılırsa bireyselleşen ve çoğunlukla şekilcilikten ibaret olan günümüzdeki dindarlık algısı, kısaca tanımlamak gerekirse asosyal bir dindarlıktır. Adeta içine kapanık, insanlarla iletişimi zayıf ve kimseye faydası olmayan, hayatı kendi içinde ve kendi dünyasında yaşayan insan profilini hatırlatır. Lakin bu yanlıştır. Çünkü küreselleşen dünyanın ve değerler krizinin ortasındaki bir İslam dindarlığı, yanlış tanımlamalarla şekilcilik çerçevesine hapsolup kendi kabuğuna çekilemez, çekilmemelidir. İçinde bulunduğumuz değerler krizini çözebilmek için ahlak merkezli din kavramını benimsememiz gerekmektedir. Ahlak merkezli din kavramı, ancak nitelikli erdemler ve güzel ahlak çatısı altında sağlanabilir. Bunun için Müslümanlar; öncelikle bireysellik ve bencilik gibi hayatımıza uzun süredir sinmiş kapitalist kavramların yanlışlığını ve toplumsal ahlak bağlamında faydasız olduğunu kavrayabilmelidir. Eğer bu şekilde etraflıca bir problem tespiti yapılabilirse çözüm bu doğrultuda daha kolay olacaktır.

 

Bu çerçevede ileri sürebileceğimiz görüşler şunlardır: Müslümanların dindarlık kavramını değiştirmeleri gerekir. Çünkü dindar demek, ahlaklı birey demektir. Bir insana dindar deyince onun çok ahlaklı olduğunun anlaşılması gerekir. Bu yüzden çağımızın şartlarında yapabileceğimiz en doğru şey; bilimin ortaya koydukları ile bizim kadim kelam, felsefe ve tasavvuf geleneklerimizden faydalanarak dindarlık teriminin yeniden tanımlanması ve bunun ahlak merkezli olması gerekir. Bireysel ve şekilci dindarlık algısının yanlışlığını anlayabilme noktasında dindarlık kavramını geçirmemiz gereken süzgeç, değer üretimi süzgecidir. İslam'ın başlangıcında Hz. Peygamberin dindarlık anlayışıyla ve örnek ahlakıyla başlayan bu değer üretimi, zamanla dindarlık kavramının değişmesiyle yavaşlamış, daha sonra da durmuştur. Bugün İslam dünyası maalesef çağdaş dünyada herhangi bir sosyolojik soruna çözüm teşkil edebilecek hiçbir değer üretememektedir. Bunun sebebi dindarlığın şekilcilik ve bireyselcilik eksenindeki bir mekaniğe indirgenmesidir. Dolayısıyla bu mekaniklerin sadece ahlaki anlamda nitelikli değer yargıları değil, çağımızda bireyleri ve toplumları etkileyebilecek herhangi bir değer üretemediği aşikârdır.

 

Sonuç olarak eğer yukarıda sözünü ettiğimiz değer yargılarını yeniden üretmek istiyorsak, sorunu insanların dindar olmamasında değil, dindarlık kavramının yanlışlığında ve yozlaşmışlığında görebilmemiz gerekir. Nitekim hiç kimse, yanlışlığı kökleşmiş  bir kavrama insanların adapte olmasını isteyip, sonra da onlardan doğru ve İslam ahlakına uygun değerler üretmelerini bekleyemez.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Gerek